Sosyal

Aile Fobisi

10

1923 yılı tüm ülkenin zihninde belli bir ânı çağrıştırır. Bir de şahsi kayıtlarımızda yer tutan özel anılar vardır. Mesela ben bugün size o yılda doğmuş olan büyük nenemden bahsedeceğim.

Büyük dedemle ikisi Teke yöresinde siyasetin uzağındaki bir köyde büyüyüp yetişmiş, çoluk çocuğa karışınca hepsini toplayıp şehre gelmişler. Ben nenemi tanıdığımda kız kardeşiyle birlikte bahçesinde nane, eşoğlak ve bilumum yeşillik yetişen tek katlı bir evde yaşıyordu. İkisi de kocamış fakat kendi işlerini gören ‘altın kızlar’ nâm hanımlardı. O zamanlar ikisinin de ellerine bakar, buruşmuş bu deriler ile kendi derimizi karşılaştırır eğlenirdik. Bir gün büyüyeceğimizi, ellerimizin buruşacağını hiç düşünmezdik.

Önce kız kardeş göçtü; ablasından önce öldüğü için zamanında çok çekmişti, ondan çabuk göçtü dediler. Nenem bu zamandan sonra çocuklarının yani dedemlerin yanında yaşamaya başladı. Biz de tabi hep eteklerinde. Gel zaman git zaman pergelin bir ayağını orada bırakarak daha büyük şehirlere dağıldık. Bizler sanki gittiği her yere madeni özelliğini götüren işlenmiş demirlerdik, geniş aile ise özellikle bayramlarda kuvveti artan kocaman bir mıknatıs. Madeni idik ve fakat medeni değildik herhalde. Nereye gidersek gidelim köylüydük. Bunu şehirli arkadaşlarla tanıştıkça daha iyi anladım. Güya biz de şehirde doğmuştuk ama alnımıza silinmez bir kilim deseni dokunmuştu adeta.

Anlattığım aile hikayeleri ve yerel ağızdan kullandığım kelimeler gittiğim yerlerde bazen sevimli bazen de gülünç veya garip bulunurdu. Hepimiz bir yer sofrasına sığmaya çalışır, aynı tabaktan yemek yerdik örneğin. En çok bunu duyanlar şaşırırdı. Yemeği porsiyonlara bölmek, kimin ne kadar yediğini bilmek ya da buna karar vermek bizde ayıptı. Beraber oturduğumuz sofradan beraber kalkar, çayımızı da beraber içerdik. Büyüklerin ve torunların birlikte oturduğu bu sofralarda dedem bağdaş kurar, geri kalanlar ya bir ya da iki dizi üzerine oturur yani diz köserlerdi. Belki inanmazsınız ama en çok çocuklar konuşurdu. Fikir beyan etmemize, komiklik yapmamıza izin verilir, kendi aramızdaki laf yarıştırmalarımız tiyatro gibi izlenirdi. Fakat bu sofraların gizli kahramanları hep kadınlardı. Ananem hiç bir şey yapmıyor gibi görünüp her işi yapar, evin içinde onca insanın hatrını birbirine değdirmeden idare eder, herkesin gönlünü yapardı.

Biz büyümeye çalışırken nenem üç kez felç geçirdi, fakat hiç umudunu kaybetmedi. Her seferinde ilerleyen yaşına rağmen egzersizlerini yaptı, iyileşti. Kendisi tam bir yaşama sevinci idi. Gezmeyi ve turfanda meyve yemeyi severdi. Onun moralinin bozulduğunu, gelini olan ananemin ise öfkeyle hareket ettiğini hiç görmedim. Nenem ne kadar yaşama sevinci ise ananem o kadar devletti.

Ben küçükken öğretilen şey ananem misal görünen işi görünmeden yapmaktı. Bu bir meziyetti. Büyüdüğümde ise meziyet her şeyi göstermek oldu. Şimdilerde her ne yapıyorsak hepsini süslemek ve sergilemek zorundayız gibi bir algı var. Herkes bilmeli evimizi, eşimizi, işimizi. Hepsi görünmeli. Artık insanlar kimi yakalarsa bunları soruyor, umutlar kesiliyor, mutlu yüzler kaygıyla bir bir asılıyor. Komşunun oğlu memur oluyor, falancanın kızı evleniyor; derdi diğerlerine kalıyor. Tanımlanmamış bir işle uğraşanların yahut yeterince(!) para kazanamayanların sözü değer ifade etmiyor. Yemek ısmarlayan görülüyor, beğeniliyor fakat sofra kuranın hatrı sayılmıyor. Biliniz ki bu modern geyiğe kurban olmak istemeyenler aile içine çıkmak istemiyor, sılayı rahim yapmıyor.

Geçtiğimiz günlerde biz bazı yeni heyecanların telaşında iken ecel kapıyı çalmış, nenem vefat etmiş. Cenazeye gidemesem de zihnimde üzerine hayat ağacı işlenmiş bir mezar taşı yaptım onun için. Bilirsiniz eskiler hanımlara ait mezar taşlarına böyle zarif işlemeler yaparlarmış. Çiçek motiflerinin yanı sıra üzüm gibi nar gibi bereketi temsil eden meyveler de işlenirmiş. Ne tesadüf ki bu nakışları üzerinde ab-ı hayat yazan çeşmelerde de görüyoruz.

Şimdi ne doğduğu mahallenin standartlarına uygun bir ev hanımı ne de öbür mahallenin standartlarında bir iş kadını olamamış birisi olarak; ikisine de yakın fakat ikisi de olmayan, kendimi bulduğum bu sokaktan bildiriyorum. Hem bu dünyada hem de öbür dünyada görünenin ötesinde görünmeyen bir hayat var. İnsanları susuzlukla kavrulmaktan kurtaran çeşmelerde ve mezar taşlarında ortak olan bu nakışın sırrını anlamaya çalışıyorum. Bu taşlar bana “derde deva bir insan ol ki ölün bile berhayat olsun” diyorlar.

Huriye Yıldırım
2011'de üniversite eğitimi için İstanbul'a geldi. İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı ve Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk İslam Edebiyatı tezli yüksek lisans bölümlerinden mezun oldu. Pedagojik Formasyon eğitimi aldı, İbni Haldun Üniversitesi ve İstanbul Yazım Merkezi tarafından yürütülen Kurmaca Eser Editörlüğü programını tamamladı. 2015'ten beri Osmanlı Türkçesi eğitim ve neşri ile uğraşır; metin yazar, düzeltir. Evli, bir çocuk annesi.

Hacılarla Hacceden Kervanlar

Önceki içerik

Srebrenitsa Çiçeği

Sonraki içerik

10 Yorum

  1. Ağlayarak okudum desem, ciddiyim, samimiyim. geniş ailelerin hasreti sızlatıyor burnumuzun direğini.

  2. Aynı yolun yolcusuyuz. Şehrin tozundan usanmış bir türlü şehirli olamayan, ama börtü böcekten de korkan bir köylü de olur mu? Dedeler çiftçi olunca, şehirde büyüyen bayramdan bayrama köye giden torunlarda böyle oluyor demek ki.
    Yüreğinize sağlık.

  3. Kalemine sağlık rabbim ananem gibi bir gelin olmayı onun sabrindan az da olsa nasiplenmemizi sağlasın..

  4. Sen ne yaptın be kızcazım ….Gecenin bir vakti okurken gözyaşlarıma hakim olamadım.Çok ama çok uzaklara daldım gittim geri dönüş mü hala mümkün değil kendime gelemedim.Eline yüreğine kalemine sağlık diyorum .

  5. Ne mutlu ki bize böyle kocaman bir ailede büyüdük kuzum kalemine yüreğine sağlık

  6. Allah razi olsun…
    ruhunuzun bereketi
    gonlunuzun afiyeti eksik olmasin…
    Hurmetlerimle

  7. yazı ayrı, kilim ayrı güzel..

  8. Her iki mahalleyi de bilmek de ayrı marifet. Ait olmaksa zaten hiçbir yolcunun nasibi değil ya, yola devam.

    1. insan vatanını anca ölünce bulacak, teoride kolay pratikte zor bir bilgi.

  9. Allah razı olsun sabahın erken saatlerinde biraz serinlemiş havanın esintisinde kelimeler sözler beni eskilere götürdü. Annemin zamanına. Yapılıp göze sokulmayan hizmetler evin direği olmak yerken başkasının lokmasını saymanın ayıp olması gibi değerleri şimdi görememenin normalleşmesine alışmak üzücü. Bir şeyleri kaybetmişiz ama neyi kaybettiğimizi bile hatırlamıyoruz. O kalabalık ailelerdeki yaşam enerjisini unuttuk. Psikologların hangisinin iyi olduğu üzerine olağan sohbetler yapıyoruz. Kalemine eline yüreğine sağlık sen bize bizi hatırlatanlardan olmaya devam et biz unutsakta.

Huri için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir