“Her kim dünyada, amelinin semeresini (meyvesini yani manevi lezzetini) bulduğunu içinde duyarsa, işte bu duyuş ahirette o amelin kabul edileceğine işarettir.” (Hikem-i Ataiyye, 75. Hikmet)
Bir amelin salih amel olabilmesi için şer-i şerife uygun olması ve niyet şartı vardır. Salih amel, kulun günahlardan uzaklaşarak temiz, fıtrata uygun ve memnun bir hayat sürmesini beraberinde getirir. Amellerin dünyadaki en büyük meyvesi işte bu temiz ve Rabbi’nden razı geçen hayattır.
Ebu Süleyman-ı Dârâni, “Dünyada bir kârı bulunmayan amelin ahirette de karşılığı olmaz.” der.
“Hak Teâlâ her ne zaman sana taatini lütfeder ve taate muhtaç olmaksızın da kendi marifetiyle rızıklandırırsa bil ki seni zahirî ve bâtıni nimetleri ile donatmıştır.” ( Hikem-i Ataiyye, 77. Hikmet)
İtaat, ibadet, taat anlam olarak birbirine yakındır ama aynı değildir. İbadet için; belli vecibelerle mesul olduğumuz kulluğu göstermeye çalışmak; itaat için, emirleri yerine getirmek ve yasaklardan kaçınmak diyebiliriz. Taate sözlükte baş eğmek, meşru isteklere uymak anlamı verilmişse de, tasavvuf erbabı, tüm ibadet ve kulluğa verilen ad; insanı ibadet ve itaate sevk eden duygu ve hâldir, demişler.
Yani Allah bir kuluna taati nasip etmiş, fakat beraberinde taatine güvenmemeyi de nasip etmişse o kulunu zahirî ve batıni nimetlerle donatmıştır. Kul böyle bir nimet ile müzeyyen kılındığında ibadet ve taati de bir fiilin talebi olmaktan çıkar yalnız Allah için yapılan bir amele dönüşür. Zahirî nimetlere ibadet, kulluk, Hak yolda gayret dersek, batınî nimetlere de marifetullah yani Allah’ı hususi bir yakınlık ile bilmek diyebiliriz ki hepsi de Allah’ın lütfudur. Kulun zahiren elinden geldiğince devam ettiği ibadet taate karşılık Allah dilerse ona bâtıni nimetlerini (Allah’ı ayne’l-yakîn ve hakke’l-yakîn ile tanıma yollarını) açar ve böylece ona ikramda bulunur.
Yorumlar