Elimden aynam düşmez benim. Çocukluğumdan beri aynam elimdedir. Döndüğümde etekleri kocaman balon gibi açılan dantelli elbisem, horozlu çoraplarım ve kırmızı ayakkabılarımı giydiğim gün, doğum günümde hediye ettiler aynamı bana. O günden beri elimden hiç düşürmedim. Her gün, her gün bakar, nasıl güzel bir prenses olduğumu seyrederdim o aynadan. Bazen prenses olup narin bir kuğu gibi salınırdım, bazen de bir süper kahraman olup dünyayı kurtarırdım aynamda.
Sonra okula başladım. Aynam yine hep yanımdaydı. Kompozisyonlardan 95 alırdım hep. Aynama her bakışımda başarılı bir yazar görürdüm. Resim derslerinden 100 aldığım zamanlarda da yine gururla aynama bakardım. Aynada; sanatının zirvelerinde olan bir ressam görürdüm. Okulun koşu takımındaydım aynı zamanda. Her maratondan sonra kan ter içinde bakardım aynama. Geleceğin milli şampiyonu duruyor olurdu hep karşımda. Sonra yerimde duramaz, koşmaya devam ederdim.
Kan ter içinde evime ulaştığımda ‘Yine mi çoraplarını kirletmişsin?’ derdi bir ses. ‘Yine mi terledin?’ ‘Kaç kere söyledim sana üstünü kirletme, hanımefendi ol, efendi efendi okuluna git, derslerine gir, pekiyili, yıldızlı karneni al, etliye sütlüye karışmadan evine insan gibi dön. Yok, sen adam olmayacaksın. Söz dinlemeyi bilmiyorsun. Bunu bile öğretemedik sana.’ Koşu yarışında kazandığım madalyamı gösterememiştim bile oysa. Bir elimde madalyam, diğer elimde aynamla öylece kalakalmıştım. Baktım aynaya. Bu defa işe yaramaz birini gördüm. Laftan anlamayan, anlasa da uygulamayan, beceriksiz bir fare vardı karşımda. Evet, en iyisi deliğime çekilmekti, madalya benim neyimeydi?
Günler günleri, haftalar haftaları, aylar ayları, yıllar yılları kovaladı. Aynam hiçbir zaman elimden düşmedi. Ama her geçen zamanda daha az, daha da az bakmaya başladım. Her baktığımda işe yaramazlığımı, adam olamayışımı gördüm. Ve de başarısızlığımı.
Büyüdüm üniversiteye başladım. Alelade bir bölüm okumuştum. Öyle babamın istediği gibi doktor kızım veya öğretmen kızım diye böbürlenip caka satacağı bir bölüm bitirmemiştim. Mezun olduğum gün aynam yine elimdeydi. Üniversite mezunu bir işsiz görüyordum aynada. Zaten niye okumuştum ki 4 yıl boyunca, memur olup kendimi garanti altına alamadıktan sonra…
Büyüdüm, daha da büyüdüm. Anne oldum. O bebek kokusunun neden cennet kokusu olduğunu anladım. Evladın nasıl bir nimet olduğunu anlatmama hacet yoktu. Pamuk gibi ellerine dokundukça, çocuğumun yüzünü güldürdükçe, onun her ihtiyacını giderdikçe kendimi kahraman bir anne gibi hissediyordum. Fakat ne zaman ağlasa, ne zaman hastalansa, ateşlense veya sütüm yetmese onu doyurmaya aynama bakar, beceriksiz bir anne görürdüm. Bir çocuğa bile bakamıyordum. Bir çocuğu bile susturamıyor, iyileştiremiyordum. Sevgim hiçbir şeye yetmiyor, kimseye iyi gelmiyordu. Acaba ben çocuğumu yeterince sevmiyor muydum? Bu ayna bana neden böyle hissettiriyordu.
Vücudumdaki fazlalıklardan kurtulmaya çalıştığım günlerden bir gün, ruhumun da ağırlıklarından kurtulmam gerektiğini idrak ettiğim anda, deniz kenarında koşarken aynam birden düşüverdi. Taşa çalınmış, üstü paramparça olmuştu. Her bir kenarı parça pinçik olmasına rağmen, oyuncağından vazgeçmeyen çocuk gibi oracıkta ağlamaya başladım. Ağladım, ağladım. Gözümde yaş kalmayana kadar. Etrafımdan insanlar koşuyordu, hayvanlarını sabah yürüyüşüne çıkarmış kadınlar, erkekler… Vapur sesleri, araba kornaları… Hiçbir şey birbirine karışmadan ilginç bir nizam içinde akıyordu. Yalnız ben duruyordum. Ve kırılan aynama bakıyordum. Burnuma fırından yeni çıkmış taze simit kokusu geliyordu. Vapur sesleri, araba kornaları, tahinli çörekler… Kafam çok karışıktı. Çalan telefonumla irkildim. Arayan kocamdı.
-Hadi hayatım, seni bekliyoruz. Bugün çocuklarla sana sürpriz bir kahvaltı hazırladık. Gelmiyor musun?
-Geliyorum tabii, 15 dakikaya evdeyim. Taze sıcak simitler benden.
Aynamın üstüne bastım, kırılan parçalara bir daha baktım. Bu ona son bakışım oldu.
Elimde ekmek poşeti, burnumda taze simit kokusu, yüzümde güzel bir gülümseme ve ruhumda muazzam bir hafifleme ile evimin yolunu tuttum.
muhteşem bir anlatim..
Gözlerim doldu okurken, kaleminize sağlık
Bazı bölümler uzatılabilmek için yazılmış gibi, aslında ilk kelimede anlatılmış ama bitirilmemiş cümleler yazıdan uzaklaştırıyor insanı