Peygamber Efendimiz (s.a.s.) buyuruyor:
“Allah’ın en sevdiği amel, az da olsa devamlı olanıdır.”
(Buhârî, İmân 32; Müslim, Misâfirîn 221)
Bazen bir yeni bir dönem, yeni bir sene, yeni bir hafta, yeni senenin üç ayları, Ramazan gibi başlangıçlarda büyük bir heves ve heyecanla büyük büyük hedefler belirleriz kendimize. Başta her şey çok güzeldir, o hedefleri yapmanın mutluluğunu yaşarız ama biraz zaman geçince, heves azıcık kırılınca, ilk heyecan sönüverince hedefler aksamaya başlar. Çok geçmeden de tamamen bırakmış olarak buluruz kendimizi. Burası dünyadır zira. Sonu olmayan hiçbir şey yoktur. Bir yeniliğe başlarken koca koca hayal ve hedefleri kurarken ki heyecanımız da dahil.
Peki heyecan biraz geçip planlarımız aksamaya başladıkça hepsi yarım kalıyor diyerek hiç mi yeni hedef belirlemeyeceğiz kendimize?
Tabii ki hayır.
İşte tam da burada, her konu ve her durumda olduğu gibi usulü Efendimiz’den öğreniyoruz. Onun mükemmel yaşam biçiminden. İşlerin yarım kalmaması, sürdürebilir ve uzun vadeli olmasının yolunu “az ama devamlı” olarak gösteriyor Allah Resulü. Bir anda, bir coşkuyla birçok işe kalkışmak değil; yapabileceğimiz kadar, az, öz fakat uzun süreli. Nitekim böyle olduğunda o iş Allah’ın da en sevdiği ameller arasına giriyor ki biz Müslümanların en temelde gözetmesi gereken nokta burası. Çünkü mümin her işini Allah’ın rızasına uygun yapmaya gayret eder. Bilir ki O razı olur, O beğenirse yapılan işten hayır ve bereket gelir. Bu manada da az ama devamlı yapabileceğimiz niyetler belirlemek bize hem bir hayat biçimi hem işlerimizdeki yol ve yöntem hem de ortaya koyduğumuz irade ve istikrar noktasında birçok güzellikler kazandırır.
Resulullah Efendimiz’in (s.a.s) amelleri de öyleydi, başladığı ibadetleri sürekli devam ettirirdi. Hz.Aişe validemiz bunu “Resulullah’ın ibadetleri hafif hafif yağan yağmur gibiydi.” (Buhârî, Savm 64, Rikâk 18; Müslim, Müsâfirin, 217.) diyerek tasvir eder bizlere. Bu tür yağmur, az gibi görünür ama çok bereket getirir. Her yeri suya kandırır. İşte hedeflerimiz de ibadetlerimiz de o az gibi görünen ama hakikatte bizi düzene ulaştıran yağmur gibi olmalıdır. Bu az ama devamlılığın asıl gerekçesi ise insanın çabuk bıkkınlık hissetmesindendir. Aşırıya gidip hemen bunalırsak amellerimiz kesintiye uğrar. Amellerimiz kesilince de kazandığımız yakınlık ve muhabbet sekteye uğrar. Hâlbuki kul, amel-i sâlihleri sebebiyle yakınlık ve muhabbete mazhar olur. Amel-i salihleri sürdüremediğimizde bu bizi tembelliğe iter. Devamlı yapılan ibadetlerde ise bu tam aksidir. Yani ibadetlerin her şeye rağmen sürekli yerine getirilmesi kişinin gayretini ve samimiyetini gösterir. Bu gayret ve samimiyet de kişiyi dünyada başarıya ulaştırırken ahirette de kulun Allah’ın rızasını kazanmasına vesile olur.
İslam’ın temelinde de ibadetlerde süreklilik gerekir. Bir günde yüzlerce rekat namaz kılsak sonra haftalar boyu kılmasak o namazın bize kazandıracağı güzelliklerin hiçbirini elde edemeyiz. Yine aynı şekilde bir günün tamamını iyilik yaparak geçirsek sonra iyiliğin ne demek olduğunu unutacak kadar zaman geçse hiçbir düzen elde edemeyiz, kimseye de yararımız dokunmaz. Ya da bir günümüzü tümüyle yemek yiyerek geçirsek sonrasında bir hafta yemek yememeyi denesek vücudumuz iflas eder. Çünkü insan bedensel olarak da zihinsel olarak da aşamalılığa uygun biçimde yaratılmıştır ve ancak böyle yaşayabilir. Yaptıkları da devamlı olmalıdır bu yüzden.
O halde bir işe başlarken, yeni niyetler alırken bunu göz önünde bulundurmalı yapabileceğimiz ölçüde hedefler belirlemeli ve o istikamette kararlılıkla ilerlemeliyiz. Tüm mazlum coğrafyalardaki Müslüman kardeşlerimiz için duada da, boykotta da bunu göz önünde bulundurmalıyız daima.
HZ. AİŞE
Hz. Ebû Bekir’in kızı ve Hz. Peygamber’in hanımı.
Babası Ebû Bekir b. Ebû Kuhâfe, es-Sıddîk lakabıyla tanındığı için kendisine Âişe es-Sıddîka (es-Sâdıka) binti’s-Sıddîk denilmiştir. Annesi, Kinâne kabilesinden Ümmü Rûmân bint Âmir b. Uveymir’dir. Peygamber hanımlarının müminlerin anneleri (ümmehâtü’l-mü’minîn) olduklarını bildiren ve Hz. Peygamber’den sonra, başkalarının onlarla evlenmesini ebediyen yasaklayan Kur’an âyetleri (bk. Ahzâb 33/6, 53) gereğince “ümmü’l-mü’minîn” diye anılmaya başladı.
Esasen Hz. Âişe zekâsı, anlayışı, kuvvetli hâfızası, güzel konuşması, Kur’ân-ı Kerîm’i ve Hz. Peygamber’i en iyi şekilde anlamaya çalışması gibi vasıfları sayesinde Hz. Peygamber’in yanında müstesna bir mevki kazandı. Hz. Peygamber onun kabiliyetlerinin gelişmesine yardım edince baba evindeki eğitimi, vahyin aydınlattığı Peygamber evinde daha da gelişti, olgunlaştı ve derinleşti. Bilemediklerini, anlayamadıklarını, eksik ve yanlışlarını, hatta Kur’an ile Hz. Peygamber’in hadisleri arasındaki kendi anlayışına göre farklılık arzeden hususları Hz. Peygamber’e sormak ve onunla müzakere etmek gibi güzel bir alışkanlığı vardı.
Hz. Peygamber’e karşı beslediği derin sevgi yanında ona itaat ve emirlerine dikkat etmekle de temayüz etmişti. Geceleri namaz kılar, günlerinin çoğunu oruçla geçirirdi. Kimsenin aleyhinde konuşmayı sevmezdi. Kanaatkâr, mütevazi, aynı zamanda vakur ve cömert idi. Öksüz ve fakir çocukları himayesine alır, onların terbiye ve yetiştirilmesine itina eder, sonra da kendilerini evlendirirdi. Birçok köle ve câriyesini âzat etmiştir. Hz. Peygamber’in diğer hanımlarıyla, kızı Fâtıma, Hz. Ali ve diğer sahâbîlerin faziletlerine dair birçok hadisi rivayet etmek ve onları ümmete tanıtmak suretiyle âlicenap olduğunu da göstermiştir.
Kuvvetli hâfızası sayesinde Hz. Peygamber’in hadis ve sünnetinin daha sonraki nesillere ulaştırılmasında emsalsiz hizmetler ifa etti. Rivayet ettiği hadislerin sayısı 2210’dur.
Yorumlar