8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü geride bıraktığımız şu günlerde size tesadüf eseri önünden geçtiğim bir serginin bende nasıl bir farkındalık oluşturduğunu anlatacağım. Sanatın evrenselliğinin ve birleştirici gücünün nasıl kullanıldığının çok güzel örneği olan bu sergide beş kadın sanatçının eseri yer alıyor: Farah Trablsie, Maryam Mazrooei, Sara Shahzadeh, Sinur ve Walaa Tarakaji.
Kadın Eserleri Kütüphanesi Bilgi Merkezi Vakfı’nın yürüttüğü “Ötekinin Hafızası” projesi kapsamında “Kadınların Göç Hafızası” sergisi Tophane DEPO’da açıldı. Sergi 6 Nisan’a kadar açık kalacak.
Göç, fiziksel olarak yer değiştiren bireylerin yanlarında sadece eşyalarını değil aynı zamanda kültürel miraslarını, hikâyelerini ve kimliklerini de taşıdığı uzun ve zorlu bir yolculuktur. Kadınların sık sık sessiz kalan, ancak güçlü ve etkileyici rolleri vardır hikâyelerinde. Kadınların Göç Hafızası sergisi, izleyicilere sadece bir sanat deneyimi sunmakla kalmıyor aynı zamanda göçmen kadınların, bu sessiz kahramanların hikâyelerini anlayabilmek için bir fırsat sunuyor ve bizi onların göç deneyimlerindeki izlerini keşfetmeye davet ediyor.
Bu hikâyeler ülkelerindeki savaşın yıkıcı etkilerinden, otoriter rejimlerin baskılarından, yoksulluktan veya özgürlüklerinden mahrum edildikleri için kaçarak Türkiye’ye sığınmak zorunda kalan 5 göçmen kadın sanatçının ve onların temsil ettiği bütün kadınların hikâyesi… Ancak hepsi ortak bir noktada buluşuyor: Göçün getirdiği değişim ve dönüşümle şekillenen kimlikler. Farklı coğrafyalardan gelen bu kadınların portreleri, göç hikâyeleri ve yaşanmışlıkları onların gücünü ve direncini de vurguluyor.
Bu kadınlar yeni bir yerde kendilerini yeniden inşa etmeye çalışıyorlar. Bu kadınlar, kültürel miraslarını korumak durumunda olan kadınlar ve bu kadınlar, göç ettikleri toplumlara uyum sağlayarak yaşamaya devam etmek durumundaki kadınlar… Dolayısıyla serginin odak noktası, göçmen kadınların yaşadığı deneyimlerin derinliği ve karmaşıklığıdır.
Sergi alanına adım attığınızda, birbirinden dokunaklı fotoğraflar, belgeler, objeler, sanat eserleri, kişisel eşyalar ve hikâyelerle dolu bir dünyaya adım atmış olursunuz. Sergide yer alan eserler, kadınların göç sürecinde yaşadıkları duyguları, zorlukları, kimlik arayışlarını ve adaptasyon çabalarını, kazanımlarını, kayıplarını, umutlarını, dayanıklılıklarını ve direnişlerini yansıtıyor. Aynı zamanda, yeni yerleşim yerlerindeki uyum süreçlerini, kültürel etkileşimleri ve kimlik karmaşasını da ele alıyor.
İster yanlarında getirdikleri kültürel mirası ve anıları yansıtan isterse de yeni yerleştikleri toplumlara uyum sağlama çabalarını ve kimlik arayışlarını ele alan eserlere bakın, bu sergideki her bir eser, vuruculuğuyla ziyaretçileri derinden etkiliyor.
Sergi, göçmen kadınların hikâyelerinin sadece bireysel değil, aynı zamanda evrensel ve ilham verici olduğunu gösteriyor.
Göç yoluyla Türkiye’ye gelmiş yaşamlarını ve üretimlerini burada devam ettiren kadınlarla empati kurdum. Tüm kadınların yaşadığı bazı sorunları kapsayacak şekilde bir dil kullanan sergi bir arada yaşamak, kadınlık, kültürel etkileşim, ortak yaşam, mülteci olmak ve dayanışma gibi birçok konu üzerine düşünmemi sağladı. Kapsayıcı bir toplum inşası için sanatın en güçlü ortak dilimiz olduğunu görmemi sağladı. Sanata yepyeni perspektifle bakmamı sağladı.
Göçmen kadınların sesini duyuran sergide kadınların bu zorlu süreçteki direnişini, dayanıklılığını ve dönüşümünü hep birlikte kutladık.
Bu sergi, onların deneyimlerini görünür kılıyor ve toplumun bu deneyimlere duyarlılıkla yaklaşmasını teşvik ediyor. Onların değişim sürecinin karmaşıklığına ışık tutarken kendi keşif yolculuğumuzu da görmemizi ve fark etmemizi sağlıyor. Onlar herkesin anlayabileceği bir sese sahip: Sanat’a.
Açılışta Farah ve Walaa ile tanıştım ve eserleri ile alakalı konuşma fırsatı yakaladım. Walaa ‘nın eserleri göç yolculuğunu yansıtıyormuş. Renkli ve animasyon tadındaki çizimlerinin arasında 4 tane siyah-beyaz ve karanlık tonlarda eseri fark edince sordum. Onlar göçmen kadınların rüyalarıymış; bu kadınların yerleştikleri ülkelerde uzun zaman hala göç ederken bir sorun yaşayacaklarını veya sınır dışı edileceklerini ya da pasaportlarını yanlarına almayı unuttuklarını içeren rüyalar gördüklerini söylediğinde içim sızladı. O rüyaları kalbimin derinliklerinde hissettim. Söyleyecek söz bulamadım, sadece Walaa ile sıkı sıkı sarıldık.
Farah ise eserlerinin altına şöyle yazmıştı: “Benim özlediğim Şam artık yok. Sadece anılarımda yaşayan Şam’ı özlüyorum.” “Kuşlar gibi gittiğim her yerde yuva kurabilirdim. Hep o yuvanın peşindeydim.”
“Ben böyle bir işi kabul etmem, Suriyeli bile kabul etmez” veya “Çok güzelsin, Suriyeli’ye benzemiyorsun.” Her gün buna benzer cümleleri duymak ve evimin karşısında Suriyeliler Gidecek pankartının asılması çok üzücü benim için.
Göç yoluna küçük bir valizle çıkan kadınların bu valize neler sığdırdığını görüyoruz sergide. Birkaç parça eşya, duygular, hayaller, korkular, umutlar, anılar…
Siz de resmin benim hayatım, resim benim memleketim diyen sanatçıların sergisini ziyaret ederek kadınların göç hafızasına şahit olabilir ve onların sesini duyabilirsiniz.
Sergi: 6 Mart – 6 Nisan tarihleri arasında Tütün Deposu sanat merkezinde ziyarete açık olacak.
Yer: Depo / Tütün Deposu – Lüleci Hendek Caddesi Koltukçular Çıkmazı 1, Tophane İstanbul
Küratör: Nilgün Kıvırcık
Sanatçılar: Farah Trablsie, Maryam Mazrooei, Sara Shahzadeh, Sinur ve Walaa Tarakaji.
Yorumlar