Direklerarası, Osmanlı’nın son döneminde Ramazan’ın feyzinden pek de nasipdar olamayanların uğrak yeri olan Fatih Şehzadebaşı’nda bulunan bir eğlence merkeziymiş. Kimileri kültür faaliyeti olarak tiyatro yapıldığını anlatsa da çoğu zaman tiyatroya gitme bahanesiyle evden çıkan gençlerin flört ettiği bir sokak haline gelmiş.
“Eee ne var bunda” diyenler olacaktır. Herkesin direkler arası kendine. Buyrun bizim direkler aramıza.
Efendimiz (s.a.s.) “Namaz dinin direğidir.” buyurmuş. (Tirmizi ‘İman’ 8; Müsned, V, 231,237) Bir bina düşünelim bunun direklerinden birisi namaz, oruç, zekat, diğeriyse hac. Çatısı ise kelime-i şehâdet. İslam’ın şartları bizim binamızın temelini ve çerçevesini yani olmazsa olmazlarını teşkil ediyor.
Türkiye’de çoğu ilimiz bir fay hattı kuşağında. İstanbul da tarihte çok şiddetli depremler görmüş. Büyük yıkımlar yaşansa da binaların ahşap olmasından dolayı can kaybının azlığı sevindirici bir durum. Ölenlerin çoğu betonarme binalarda yaşayanlardan. Günümüzde insanların sadece depremin sarsıntısından değil temel atarken yapılan hatalar, işlenmemiş deniz kumu, paslı demirlerin kullanımı gibi sebeplerle aniden yıkılan çürük binaların altında kalarak öldüğüne de şahit oluyoruz.
O hâlde binamızın temelini bu dört direk ve çatısı olmak üzere kabul ettiğimizde, evimizin içinde yaşanır bir hale gelebilmesi için merdiveni, katları, duvarları, kapı-penceresi, kaloriferi, perdesi, mobilyası, hat levhaları, kap kacağı hatta boyası ile bir iç ve dış dekorasyona ihtiyacı muhakkak olacaktır. İsteyen evinin etrafını nafilelerle genişleterek bir balkon veya cumba çıkabilir, binanın duvarlarını, bahçesini sarmaşıklar ve rengarenk çiçeklerle güzelleştirerek misk kokulu bir yer haline getirebilir.
Dinin, yalnızca camide uygulanan camiden çıkınca unutulup ticarette, insan ilişkilerinde, düğün-dernekte, okulda, kendi ahlak normlarını uydurarak yaşanan bir şey olmadığını aklı olan (dinin kendisini akıllı sayarak mükellef kıldığı buluğ çağına gelmiş) her insan anlayabilir. “Hoca camide!” Öğretmene ‘hocam’ diye seslenenlere hakaret amacıyla söylenen bir film lafıydı. Hocanın camide hoca ama dışarı çıktığında da ahlaksız biri olamayacağını nasıl kabul ediyorsak bu tüm Müslümanım diyenler için geçerlidir. Din bu ahlakı sünnetle yaşanır hâle getirmiştir.
Maalesef dini hassasiyetlerimize bakılmaksızın “Bizim örfümüz böyle, nenelerimizden böyle gördük.” diyerek metazori dayatılan âdetlerle insanlara hayatın zehir edildiğini de görüyoruz. Ablam, kardeşler olarak biz bir konuda anlaşamadığımız zaman “Farz mı sünnet mi?” diye sorar. İnsanı silkeleyen bir soru, benim dediğim olacak inadından çıkararak asıl maksada yönlendiren bir ikaz.
Gençler evlenemesin, borç içinde yüzsün(!) diye olsa gerek, arkadaşıma tanesi bin ila iki bin lira (15 sene önce) arası yedi kıyafet değiştirterek kına gecesi yaptılar. Âdetmiş! Geceye misafirlerin de ellerinde kıyafet dolu valizlerle gelmesine şaşırıp gülsem mi ağlasam mı karar veremediğimi hatırlıyorum. Sonra evlenince kaim validesi tüm borçları gelin olan arkadaşıma ödetmişti de sinirimizden gülmüştük. Gerçi kuyumcuda çalışan eşlerinden, bir vitrin dolusu takıyı ödünç alıp üst üste takan kadınları gördüğümde bir acayiplik olduğunu anlamam gerekirdi.
Birden İsmet Özel’in “El alem ne der, diye bir put vardır.” sözünü hatırlayıverdim. Toplumların âdetleri, bâtıl olmadığı sürece, dinin serbest bıraktığı bir alandır. Lâkin şaşaaya ve insanlara zulmetmeye varan konulara dinin müdahale etmediğini düşünmek hatalı bir yaklaşımdır. Zira bir çok müreffeh toplumun istikametten/adaletten ayrılarak dünyevileşmesinin neticesinde, felakete uğradıkları gerçeğini de hatırda tutmak gerekir.
Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurdu; “Kolaylaştırın zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin!” (B69 Buhârî, İlim, 11)
Din her şeyde kolaylık ister. Yaşanamayacak bir şeyi de insana teklif etmez.
Gerçekten dinde zorlama yok mu?
Ramazan’da sosyal medyada biri “Hani dinde zorlama yoktu? Bana ailem çocukken zorla oruç tutturdu!” diyordu. El deliye biz akıllıya muhtacız. Bir de yeni bir akım var; çocuğu kendi haline bırak, büyüyünce dinini kendi seçsin. İş bu rivayet yeni çıktı! Zaten dedik ya din akıllıya teklif diye. Vermeyince mâbud ne yapsın Sultan Mahmud.
Bu saçmalıkları görünce ayetle alakalı bir çok tefsire yeniden bakma gereği duydum, bir kısmı gayrimüslimlerin silah zoruyla İslam’a sokulamayacağını çünkü muhabbetsiz, zorla yapılan işten hayır gelmeyeceğini, muhabbetsiz dinin yaşanamayacağını insanın bunu külfet olarak göreceğini; bir kısmı ise insanın zaten İslam fıtratı üzerine yaratılması sebebiyle zorlamaya gerek olmadan dinin emirlerini yerine getireceğini söylüyordu. Elbette ayetin zahirî ve batınî başka bir çok yönü vardır.
“Dinde zorlama (لَٓا اِكْرَاهَ) yoktur. Çünkü doğru yol (الرُّشْدُ) sapık yoldan (مِنَ الْغَيِّۚ) iyice ayrılmıştır. O hâlde kim tâğutu (şeytan veya putlar) inkar eder ve Allah’a iman ederse, hiç kopmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, Semi’dir, Alîm’dir.” (Bakara 2, 256)
Bendeniz tefsirci değilim ama senelerdir İslamî ilimlerle meşgul olmaya gayret eden bir kardeşiniz olarak kendi hayatıma bakan yönüyle; “Dinde kerih (çirkin) görülebilecek, hoşlanılmayacak bir şey yoktur, din insanın yaratılışına yani fıtratına uygundur.” diyen ve ‘dinin ancak muhabbetle yaşanabileceğini söyleyen’ tefsircilerin manaya doğru bir atıfta bulunduklarını düşünüyorum. Hem çocukluğumda ailemin zorlaması hatta teklifi bile olmadan ibadetlere başlamam hem çocuğuma teklif ettiğimde itiraz etmemesi bende bu kanaati uyandırıyor.
Zira bu meyanda Efendimiz (s.a.s); “Her doğan fıtrat (hanif/islam) üzere doğar. Sonra anne babası onu Yahudi yahut Hristiyan veya Mecûsî yapar.” buyurmuştur. (B4775 Buhârî, Tefsîr, (Rûm) 2; M6755 Müslim, Kader, 22)
Biz Müslümanlar seneye kavuşup kavuşamayacağımız bile belli olmayan Ramazan-ı Şerif’i yeni uğurlamanın mahzuniyeti içerisindeyiz. Zira coronavirüs salgını dolayısıyla sevdiklerimizin bir kısmını ahirete uğurladık. Fıtratımıza kavuşmuş, özümüze yani yaradılış kodlarımıza dönebilmiş olabilmenin duası, umudu ile bir sene boyunca o fıtratı bozmanın bize verdiği zararları bertaraf ederek orucun bizi tuttuğunu şimdi daha iyi müşahede etmekteyiz. O sebepten bu günlerde medyada dönüp duran “Şeker bayramı mı, Ramazan bayramı mı?” diye gereksiz bir tartışmanın hakikatini de burada dillendirmiş olalım. İkisi de değil. Bu bayram ‘FITR yani FITRAT (öze dönüş) BAYRAMI’dır.
Fıtratını bozmuş, insanlık binasının temelini doğru atmamış, direklerini işlediği günahlarla üzerine çökertmiş ve enkaz altında kalarak insanlığı ölmüşlerin elbette dini zorlama görmesi normaldir. Peki ya bizim?
Biz direkler aramızı içinde muhabbetle yaşamak için kolaylaştırıp eşyaya hizmet ederek zorlaştırmadan inşâ edelim vesselâm.
Yorumlar