Halîlürrahman Camii, el-Halîl
İşgal altındaki Kudüs’ün otuz kilometre kadar güneybatısında Batı Şeria’da sulak ve bereketli bir arazide kurulmuş olan el-Halîl kenti İslâm âleminde Mekke, Medine ve Kudüs’ten sonra en çok kıymet verilen ve Haremeyn-i Şerîfeyn adıyla anılan bir şehirdir. Adını Hazreti İbrahim’in (a.s.) Halîlürrahman –Allah’ın dostu– sıfatından alır. Kentin tarihî ve dinî bakımdan önemi, Harem-i İbrahim olarak da bilinen Halîlürrahman Camii’nden kaynaklanır.
Camii’nin altında Hazreti İbrahim ve zevcesi Sare, Hazreti İshak ve zevcesi Rebeka, Hazreti Yakup ve hanımı, Hazreti Yusuf’un kabirleri ve türbeleri bulunmaktadır. Tarih boyunca şehir savaş ve istilalarla elden ele geçerken Harem-i İbrahim de çeşitli değişikliklere uğrayarak Mescid-i İbrahim denilen son halini almış.
Bu yazıda, Emevî ve Abbasî dönemlerinde caminin inşa edilişini, Haçlı istilacıların camiyi yıkıp yerine kilise yaptıklarını, Selahaddin Eyyubî’nin Kudüs’ü fethettikten sonra kiliseyi tekrar camiye çevirdiğini, Osmanlı sultanlarının dört yüz yıllık idarelerinde buraya gösterdikleri ihtimamı ayrıntılı bir şekilde anlatabilirim. Camiinin mimarisindeki farklı üslup özelliklerinden, revaklarla çevrili avlusundan, içerdeki türbelerin tezyinatlarından, duvarlarında ve mihrabındaki mozaik, çini, kalem işi bezemelerden bahsedebilirim. Fâtımîler dönemine ait ceviz ve abanoz ağaçlarından yapılmış kûfî kitâbeli minbere dikkat çekebilirim.
Bunların yerine size bu camiinin üçte ikisinin sinagog yapıldığını ve sadece üçte birinin cami olarak ibadete açık olduğunu söylesem ne dersiniz? Peki caminin Müslüman ziyaretçilerine kimlik kontrolü yapıldığını, her köşesinde güvenlik kameraları yerleştirildiğini, ziyaretçilerin uhrevî bir huzur yerine tedirginlik hissettiği bir kışlaya dönüştürüldüğünü anlatsam inanır mısınız?
Ya el-Halîl kentinin %20’sinin İsrail, %80’inin ise Filistin yönetiminde olmak üzere ikiye bölünmüş olduğunu; Yahudi nüfusun şehrin güvenlik, giriş çıkış denetimi ve su kaynaklarının kontrolü gibi egemenlik haklarını ele geçirdiğini ve bu şehirde yaşayan Filistinli müslümanların adeta bir açık hava hapishanesinde hayatlarını sürdürdüklerini; bölgedeki tarım, üretim, ticaret gibi faaliyetlerin de İsrail yönetiminin iznine bağlı olduğunu duymuş muydunuz?
Bu nasıl oldu?
İsrail’in 1967 yılından beri işgal altında tuttuğu el-Halîl kentinde 25 Şubat 1994’te Amerikan vatandaşı fanatik bir Yahudi el-Halîl Camii’nde sabah namazını kılan Müslümanların üzerine ateş açtı. Harem-i İbrahim katliamı olarak kayıtlara geçen bu menfur olayda 29 Filistinli Müslüman şehit oldu,
150’den fazla Müslüman yaralandı. Bu korkunç saldırıdan sonra cami uzun süre kapatıldı. 1997’de yeniden açıldığında el-Halîl anlaşmasıyla cami ve ardından şehir fiilen ikiye bölündü, yarısından fazlası Yahudilere tahsis edildi.
Bu ne anlama geliyor?
1948’de batının desteği ve doğunun aymazlığıyla işgal edilen Filistin topraklarında kurulan İsrail’in yayılmacı politikalarına dair hepimiz az çok bilgi ve fikir sahibiyiz. el-Halîl’de ve Kudüs’te hayatlarını sürdüren Filistinli Müslümanların neler yaşadığını ise ancak tahmin edebiliriz. Kudüs’e turistik bir geziye gittiysek eğer, Mescid-i Aksa’da İsrailli askerlerin namlusu Müslümanlara yönelmiş silahlarında ya da Kubbetü’s-Sahra’ nın kapısındaki mermi izlerinde kendi vatanında esaret cümlesi anlam bulabilir.
Tur şirketi bizi el-Halîl’e götürdüyse eğer, bir şehire ağır silahlarla donatılmış askerlerin kontrol noktalarından, turnikelerden, pasaport muayenelerinden, her köşede bulunan modern kameraların gözetiminden geçerek girmenin ne demek olduğunu da belki hissedebiliriz.
Yaşadığımız coğrafyada, gönlümüzün Allah’a yöneldiği her vakit secde edeceğimiz bir kubbealtı bulmaya, mübarek günlerde istediğimiz camide huzura durmaya alışık olabiliriz. Filistinli bir Müslümana karşı fanatik Yahudi yerleşimciler tarafından uygulanan tacizler, işgalcilerin silahlı tehditleri, sebepsiz gözaltları, ayrıntılı aramalarıyla, Filistin’de bir Müslümanın Cuma namazını cemaatle kılmasının, Ramazan’ın, bayramların manevî iklimini yaşamasının nasıl bir çileye dönüştüğünü anlayamayız.
İnsanî bir hak olan ibadet özgürlüğünün keyfî bir şekilde İsrail yönetimince kısıtlanması, yer yer engellenmesi ve buna karşı Filistinli Müslümanların Mescid-i Aksa ve Harem-i İbrahim’i canları pahasına korumasının anlamını ise yüreğimizde hissetmek zorundayız.
Gasp edilmeye çalışılan evlerini, yurtlarını savunan, haksız bir işgale karşı direnen, Kudüs’ün İslamî kimliğinin yok edilme çabalarına taşla ve sopayla karşı koyan Filistinli kardeşlerimize yalnız olmadıklarını hatırlatmak, tarafımızı belli etmek, Kudüs’ün, Mescid-i Aksa’nın, el-Halîl’in kıyamete kadar Müslüman kalması için üzerimize düşeni yapmak zorundayız.
Yorumlar