Gariptir ki huş ağacından konuşalım diye niyet ettiğimden beri hemen hemen her bitkide izlediğim benzer yolda yer alan bilgi kaynaklarım tıkanıverdi. Bunların ilki büyüklerimin ve bahçe sahiplerinin tecrübeleriydi. Hangisine sorduysam hiç duymadıklarını -ki bu çok nadir yaşanan bir şeydir- söylediler. Bilimsel kaynaklarda yer alan bilgiler ise damla damla akıyordu.
Derken bir ilçe ziyaretine giderken yol kenarında oldukça büyük bir alanı kaplayan aynı türden ağaçlar gördüm. Evet evet, edinebildiğim tüm botanik bilgilere göre bunlar huş ağacı olmalıydı. İnip yanlarına gidince önce yerde tırtıla benzeyen meyveleri gördüm. Kafamı kaldırdığımda ise incecik gövdesi beyaz çatlamış katmanlardan oluşan boyu yaklaşık 3 metreye kadar uzanan ağaçlara dikkat kesildim. Ve bu ağaçlardan yüzlercesini düşünün. Bingo! Aranan kan bulunmuştu. Bu sürecin neden böyle ilerlediği ise sonrasında huş ağacı ile ilgili edindiğim bilgilerle anlamlı hale gelmeye başladı.
Hayatınızda daha önce Öncü Ağaç Türleri diye bir kavramla karşılaşmış mıydınız! Ne havalı ama… Bir ormancı olan Peter Wohlleben’in kitabında da yer verdiği üzere huş ağacı öncü ağaç türlerinden biriydi. Bu türler kendi başlarına yola çıkıp büyüyorlardı. Ormanın dayanışması ve diğer türlerden olabildiğince uzakta bir yerlerde kendi yağlarında kavrulmayı seviyorlardı. İşte bu yüzden bu ağaçlara daha önce diğer ağaçların yanında nadir rastladığımı düşünüyorum.
Huş ağacı, latince ismi ile Betula cinsinin türü olan bu öncü ağacın elbette kendine has özellikleri mevcut. Ağaç tohumları genellikle tüy kadar hafif olup ufak bir esinti onları diğer ağaçların yanına taşıyıp çimlenmesine vesile olabilir. Huş ağacının ise diğer ağaçlara nispeten tohumları daha ağır olup kanatlı bir yapıya sahip. Tohum daldan düşerken kanadı sayesinde çok daha uzak bölgelere taşınabiliyor. Böylelikle aslında gönüllü bir gurbet başlıyor. İleride sadece kendi türlerinin mevcut olacağı bir meskene doğru. Orman yangınlarıyla çoraklaşmış araziler, heyelana uğramış topraklar… Bunların hepsi potansiyele sahiptir. Yeter ki başka bir ağaç olmasın. Çünkü huş ağaçlarının sevmediği bir şey varsa o da gölgedir. Gölge gövdenin yukarı doğru uzamasına engel olacağından ağacın yaşamını sürdürmesi pek de mümkün değildir.
Huş ağacı çok hızlı büyüme yetisine sahiptir. Diğer ağaçlar yılda birkaç milimetre uzarken huş ağacı aynı süre içerisinde bir metreden fazla uzayabilir. Hayal edebiliyor musunuz, neredeyse bir gül fidesinin büyüme hızında orman oluşturma kapasitesine sahip bir öncü ağaç türü. Oyalanmaya vakti olmayan huş ağacının gövdesi hızlıca uzarken aynı zamanda kalınlaşır ve kökleri güçlenir. Bu hızlı kalınlaşmanın sonucu olarak güçlü bir sert dış kabuk oluşarak siyah yarıklar görünmeye başlar. Hepimizin aşina olduğu gümüş-beyaz renkteki kabuklar kıvrılır. Bu kabuklar otçulların dişini kırdığı gibi zengin yağ içeriği sebebiyle de midelerini bulandırır. İşte bu cesur yürekli delikanlıya bahşedilen eşsiz bir koruma kalkanı.
Bundan daha heyecan verici olanı ise bu kabuklara gümüş-beyaz rengini veren etken maddesi betulin adı verilen triterpenik bir bileşiktir. Betulin antiviral, antibakteriyel etkilere sahip olmasının yanısıra kuvvetli bir idrar söktürücü olarak tıp alanında yaygın olarak kullanılır. Elbette, böyle bir gövdeden çıkan şahane bir katran, antiseptik özelliği ile egzama tedavisinde gayet yarayışlıdır.
Ve yine betulinin başrolde olduğu gövde kabuğunun beyaz rengi, güneş ışığını yansıtır ve gövdenin haşlanmasını ve çatlayıp kurumasını önler. Normalde kardeş ağaçların üzerine düşen bu görev bizim huş ağacında tek kurşun.
Anlayacağımız sürüden ayrılanı her zaman kurt kapmıyormuş. Uzaklaşarak ulaşmak diye bir şey varmış. Bir huş ağacı değildik ama biz de iliklerimize kadar hissetmedik mi, ne dersiniz!
Yorumlar