Vâbisa İbni Ma’bed* radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurdular:
“İyilik, nefsin uygun gördüğü ve yapılmasını kalbin onayladığı şeydir. Kötülük ise içini tırmalayan ve başkaları sana yap diye nice nice fetvalar verse bile içinde şüphe ve tereddüt uyandıran şeydir.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 227-228; Dârimî, Büyû’ 2.)
Efendimiz (s.a.s.) bu sahabiye iyiliğin tarifini yaparken kalbine danışmasını tavsiye ediyor. Zira insanın fıtratı iyiye meyilli olduğundan şüphe ettiğimiz bir hususta kalbimize danışmamız bizi iyi olana yönlendirecektir. Fakat burada dikkat edilmesi gereken nokta ise kalbin günah ile lekelenmemiş olmasıdır. Çünkü günahlar ve ihtiraslar kalbin iyiyi kötüden ayırma özelliğini yitirmesine sebebiyet verir. İyilik nedir, göreceli midir, hangi kalp sahibi danışır, neden kalbe danışılır, içgörü, niyet ve rıza kavramları, iyiliğin insanı yüceltmesi konularına temas edilebilir?
Bu konuyu yine Efendimiz bizlere şöyle açıklıyor:
“Mümin bir günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta meydana gelir. Eğer o günahı hemen bırakıp tövbe ve istiğfar ederse, kalbi eski parlaklığına kavuşur. Günah işlemeye devam ederse, siyah noktalar gittikçe çoğalır ve kalbini büsbütün kaplar.” (Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 83.)
Buradan da anlıyoruz ki günahlar zamanla kalbi kaplar ve iyiyi kolayca tanıyıp fark edebilmemize engel olur. Kalbi manevi kirlerle körelmeyen kimseler fıtratı gereği doğru ve güzeli kolayca tanıyıp fark ederler. Çünkü kalbin sesi doğruyu ilham eder. Rabbimiz, hepimizi tertemiz bir fıtratla bu dünyaya göndermiş ve vicdanımızı da bizi doğruluğa yönlendirici bir pusula olarak yerleştirmiştir. Mühim olan fıtratı bozmamak ve kalbin güzelliğine sahip çıkmak için çabalamaktır.
İnsanlar belli konularda görüşlerini dile getirebilirler. Ama önemli olan insanın kendi gönlündeki karar makamı yani vicdanıdır. Eğer insanın kalbi tamamen kararmamış, kaskatı kesilmemiş ise vicdanı, onu doğruya yönlendiren bir rehber olur. Bunun için kalbin terbiyesi lazım gelir, kemalat bahsi de dahil olur. bu sebeple yukarıda işaret edilen minvalde ilaveler ile daha oturaklı bir kalbe yöneliş sağlanabilir. diğer türlü kişiler her konuda kendilerini ve sahip oldukları kalbi yetki konusunda mutlak kabul edebilir anlayışına yönelir zihnen.
Esasen Kuran ve sünnette helal ve haramlar açıkça belirtilmiştir. Kesin olarak hakkında hüküm verilen konularda bir yorum ortaya konulamaz, o hükümleri kabul edip o doğrultuda gerekeni ifa etmek gerekir. Şüpheli hususlarda ise önce ehline sormak sonra da aldığımız cevaplar içerisinde arzularımıza göre değil, gönlümüze en fazla huzur ve itminan verene göre bir yol tutmamız gerekir.
İyilik insana ferahlık bulduranken kötülük insanın vicdanını tırmalayan, onu rahat bırakmayan, başkalarının duymasını, görmesini, öğrenmesini istemediğimiz her şeydir. Bu yüzden insan bir kötülük yaptığında vicdanı onu rahat bırakmaz.
Efendimiz başka hadislerinde de kalbin düzgün olduğu takdirde bütün vücudun iyi doğru ve düzgün olacağını o bozulduğunda ise bütün vücudun bozulduğunu ifade eder. Bu da bize durumu gayet net bir biçimde açıklar. Doğru bir hayat yaşayabilmemiz, sıratı müstakim üzere bir yaşam sürebilmemiz için kalbimizin sıhhatli olması temel şarttır. Zira kalp davranışlarımıza yön veren, hissiyatımızı şekillendirendir.
Vâbisa ibni Ma’bed (r.a.)
Resûlullah Efendimiz’le (s.a.s.) hicri dokuzuncu yılda Medine-i Münevvere’de buluşup tanışmış ve İslâm’la şereflenmiş bir sahabidir.
Vâbisa, Beni Esed kabilesine mensuptur. O, kabilelerin akın akın Medine’ye gelip Müslüman olduğu hicretin dokuzuncu yılında kabilesinden on kişilik bir grupla gelerek İslâm’la şereflenenlerdendir. Vâbisa ibni Ma’bed (r.a) müslüman olduktan sonra Medine-i Münevvere’de kaldı. Arkadaşları İslâm’a girdikten sonra kısa zamanda memleketlerine döndü. O ise arkadaşlarından ayrıldı ve kabilesine geri dönmedi. Efendimiz’in (s.a.s.) yanında kalıp daha fazla bilgi edinmeyi, İslâm’ı daha iyi öğrenmeyi tercih etti. Onun huzurundan ayrılmak istemedi. Mescid-i Nebî’ye yerleşerek ashâb-ı suffeye dahil oldu.
Vâbisa ibni Ma’bed ilim aşkı ile dopdolu bir gönle sahipti. Sürekli Resûl-i Ekrem Efendimiz’e (s.a.s.) soru sorarak bilgilenmeye ve aydınlanmaya çalışırdı.
Yorumlar