Ebu Ümâme’nin* (r.a.) rivayet ettiğine göre Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Kim Allah için sever, Allah için nefret eder, Allah için verir, Allah için engel olursa imanı kemale ermiş olur.” (Ebu Davud, Sünen/15)
Hadis-i şerif bize, yapılan her işte Allah’ın rızasını gaye edinmeyi anlatarak başlar. Biz de o gayeyi yani ihlası konuşarak başlayalım. Samimiyet, Allah’ın rızasını temele almak, yalnızca Allah için yapmak olarak tanımlanan ihlas, amellerdeki en temel şarttır.
Yapılan iş, temelinde yalnızca “Allah rızası” olmasıyla ulvî bir anlam kazanır. Fiillerimizin ortaya çıkış gayesine kişisel ve toplumsal çıkarların ötesinde yüce bir anlamı yerleştirebilmek bizi iyi olana, murad edilene yakınlaştırır. Çünkü üst bir gaye ile bağı kurulmayan fiil bakış açılarına göre farklılık veya kıymetsizlik arz edebileceği için insanı da o işi eylemek noktasında değersizliğe sevkedebilir.
Fiiller insanda önce niyet olarak doğar. Kişi bu niyeti yerine getirebilmek için iradî bir tutum sergiler. Niyet sağlam olduğu takdirde yapılan yahut yapılamayan her işe Cenab-ı Allah ecir verir. Yalnızca kalben iyiliğe niyet edene dahi sevabın vaad edildiği, güzel niyetle azımızın çok kılınacağı bu imkanı kaçırmamak lazım. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v.) bir başka hadisinde “Dîninde ihlâslı ol! Böyle yaparsan, az amel bile sana kâfî gelir.” (Hâkim, Müstedrek, IV, 341) buyurmuştur.
Bu dünyadaki her şey âlemlerin Rabbi olan Allah Teâlâ içindir. Bu sebeple bir müslüman, hayatını Allah’ın rızasını gözeterek yaşamalı, verdiğini Allah için vermeli, her söz ve davranışında O’nun rızasını gözetmelidir.
Hadiste bize önerilen hususlardan biri de sevgide ve nefrette dahi yalnızca Allah için sevmeye ve Allah için buğzetmeye gayret etmektir. Çünkü Allah için seven, Allah için buğzeden îmânın tadını alır. Kamil bir imana sahip mümin, Allah için seven Allah için buğzeden ve yaptığı her işi Allah için yapandır.
Allah için sevmek sevginin en güzel hali. Nefret ise kelime olarak işittiğimizde dahi içimizde olumsuz duyguların belirdiği bir hal. Ne kadar nahoş bir intiba oluştursa da onu da Allah için yaptığımızda netice güzele dönüyor. Anlaşılıyor ki her halde ihlas üzere olmak meselenin özünü oluşturuyor. Sevgi de nefret de iyiliği tavsiye edip kötülükten menetmek de Allah için yapıldığında kıymet buluyor. O halde her işimizde temele Allah rızasını koyarak niyetimizi sağlam alalım ki imanımızın kemale erebilmesi adına bir adım atmış olalım. Niyet hayr, akıbet hayrolsun. Allah bizleri her işini ihlas üzere yapabilenlerden eylesin.
“Allâh’ım! Senden seni sevmeyi, seni sevenleri sevmeyi ve senin sevgine ulaştıracak amelleri sevmeyi dilerim. Allâh’ım! Senin sevgini bana canımdan, ailemden ve soğuk sudan daha sevimli eyle!” (Tirmizî, Deavât, 72)
*Ebu Umâme 600 yılı başlarında doğmuş, Bâhile kabilesine mensup olan bir sahabidir. Peygamberimizin (s.a.s.) “Sen bendensin, ben de sendenim.” şeklindeki iltifatına mazhar olan ve 250 kadar hadis rivayet eden Hz. Ebû Ümâme’nin ne zaman Müslüman olduğu hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır.
Hz. Peygamber’le (s.a.s.) birlikte muhtelif gazvelere katılmıştır. Bu gazvelerin üçünde şehid olması için Resûl-i Ekrem’den dua etmesini ısrarla istemiş, fakat Resûlullah (s.a.s.) her defasında kendisine selâmet ve ganimet temennisinde bulunmuştur.
Yine Resûlullah’ın (s.a.s.) onu bazı mühim vazifelere gönderdiği bilinmektedir. Resûlullah’ın (s.a.s.) onu kan içen bir kavme gönderdiği, onları İslamiyet’e davet etmesini emrettiği rivayet edilir. Kendisi hadiseyi şöyle anlatır:
“Yanlarına vardığımda bana da kan ikram ettiler. ‘Ben sizi bundan men etmek için geldim.’ dedim. Beni dinlemediler. Yemek için başka bir şey de vermediler. O gece aç olarak yattım. Gece yabancı birisi bana bir kap dolusu şerbet ikram etti. Ben bunu içtim. Açlığım susuzluğum gitti. Kalktığımda içlerinden birisinin, ‘Misafire böyle davranılmaz!’ dediğini duydum. Bana süt getirdiler. “Buna ihtiyacım yok.” dedim ve tok olan karnımı gösterdim. Şaşırdılar. Bu keramet karşısında hepsi Müslüman oldu.”
Ebû Umâme (r.a.), aynı zamanda cömertliğiyle tanınan bir sahabi idi. Sadaka vermeyi çok severdi. Sırf sadaka vermek için mal kazanırdı. İsteyen hiç kimseyi boş çevirmez, mutlaka bir şey verirdi. Eline geçen her şeyi muhtaçlara dağıtır, hiçbir fakiri geri çevirmezdi.
Ebû Ümâme (r.a.), 86 yılında Şam’da vefat etmiştir.
Allah ondan razı olsun.
Sümeyra ÖNAL
Nedense dini temalı bir yazı okusam gönlüm kırılmış hissederdim; belki suçluluk, belki eksiklikten… Ama bu yazılar şifa oluyor, ümit veriyor. Asimetrik bir ilişki kurmadan güzeli, hakikati söylüyor. Meseleye dair her boyutu, kavramı içine alarak ama sözü yormadan…
Kimin için?
Denk getirenden, emeği geçenden, vesile olandan Allah razı olsun…