Mehmet Şefik Bey’in kaleminden h. 1273 tarihli celi sülüs hatla yazılmış olan levhaya bakıyoruz. Okunuşu ve manası şöyledir:
“Allahu veliyyü’t-tevfîk: Başarıyı sağlayan Allah’tır.”
Hattat Şefik Bey, Beşiktaş’ta dünyaya gelmiştir. İlk olarak Ali Vasfi Efendi’den hat meşk etmiş fakat hocasının vefatıyla Kazasker Mustafa İzzet Efendi’ye talebe olmuş ve icazetini almıştır. Teyzesinin zevci yani eşi olan Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin, gözde talebesi Şefik Bey’i “Şefik, Allah beni sensiz cennete sokmasın.” diyecek kadar çok sevdiği kaynaklarda geçmektedir. Ayrıca Kazasker Mustafa İzzet Efendi, Sultan Abdülmecid’in ikinci imamlığına getirilince, yazı hocalığı yetkisini talebesi Şefik Bey’e bırakmıştır.
Abdülfettah Efendi ile beraber vazifelendirilen Şefik Bey, Bursa’daki depremde hasar gören Ulu Cami’nin yazılarının tamir ve bakımı için üç buçuk yıl Bursa’da kalmıştır. Levhaların onarımıyla birlikte yeni yazılar da yazmışlardır. İki Kur’an-ı Kerim yazan Şefik Bey, nice eserler bırakmıştır.
Şefik Bey, Kudüs hattatı olarak da tarihe geçmiştir. Kubbetü’s-Sahra’nın sekizgen dış yüzeyini çepeçevre saran Kur’an’ın kalbi Yasin-i Şerif’i celi sülüs hatla yazmıştır. Çini üzerine nakşedilen 160 m uzunluğundaki bu eser hat tarihindeki en uzun kuşak yazılarından biridir. sizin de hatırlayacağınız gibi bu konuyu daha önceki bir yazımızda detaylıca anlatmıştık.
Aşağıda ise Şefik Bey’in milletimize hediye ettiği, yaşananlara şahitlik etmiş tarih kokan eserini seyrinize sunuyoruz.
Yukarıda, tarihimizde nadide eserlerden biri olan İstanbul Üniversitesi’nin Beyazıd Meydanı’na bakan giriş kapısı üzerindeki Daire-i Umûr-i Askeriyye yazısı ve iki tarafında bulunan Fetih suresindeki ayet-i kerimeler Şefik Bey’in kaleminden çıkmıştır. Bununla ilgili hâdiseyi Uğur Derman şöyle nakleder:
“Şefik Bey, adeta mektup yazar gibi süratli yazarmış ve tashihe gerek duymadan yazıyı kaleminden çıkarmakta pek mahirmiş. Sultan Abdülaziz Avrupa seyahati dönüşü, İstanbul’un Beyazıd semtinde inşa edilen Harbiye Nezâreti’nin (Bâb-ı Seraskeri, bugünkü İstanbul Üniversitesi merkez binası) hemen açılmasını istemiş. Büyük giriş kapısındaki eksik kalan kitabenin yazılması için Şefik Bey’le 60 altın mukabilinde anlaşma yapılmış. Şefik Bey, yazıyı önce küçük ebatta yazmış, kareleme usulüyle yerine göre büyütülmesine çırakları da yardım etmiş ve mermere geçirilmek üzere kalıp olarak iğnelenmesi dahil işi altı saatte bitirmiş. Anlaşmayı yapan yüzbaşı, kendisinin ancak 6 lira aylık aldığını düşünüp altı saat çalışan bir hattata 60 altın ödenemeyeceğini söyleyerek zorluk çıkarmış.
Durumu kendisine bildiren çıraklarına Şefik Bey şöyle demiş: “Yüzbaşı beye söyleyiniz; bu yazı altı saatte değil altmış senede yazılmıştır. Kendilerine altı gün değil, altı hafta, altı ay da değil, tam altı sene mühlet veriyorum. Bu müddet içinde bu yazının bir harfini yazabilirse istediğim paranın altı mislini kendilerine hediye olarak veririm.” Sonunda inşaat heyeti araya girince hattata emeğinin hakkı ödenmiş.”
Aşağıda ise Abdülfettah Efendi tarafından yazılmış Sultan Abdülaziz tuğrasının mermer blokla kapatılmış halini görüyoruz.
1927 yılında Osmanlı eserlerinde kitabe ve tuğraların kazınarak kaldırılmasına ilişkin çıkan kanunla bir tarihin de yok olması istenmiş oluyordu. Canlı olan hiçbir şey köksüz yaşayamaz. Tarih de canlıdır ve kültürüyle yaşar. Aslında o dönemde eserlerin yok sayılması, tarihin nesillere unutturularak içi boş, köksüz, özenti bir insan güruhunu ortaya çıkarıyordu. Bir şey varsa muhakkak bir şeyin devamından gelmiştir. Köksüz kendi kendine oluşturulmak istenen kültür sadece bilgi yığınından ibarettir. Geçmişiyle, ceddiyle bağını koparan milletler unutulmaya, kaybolmaya mahkumdur.
Peki bu nadide eser kazınmaktan, yok edilmekten nasıl kurtulmuştu?
Rektör olan İsmail Hakkı Bey (Baltacıoğlu) aynı zamanda hattattı ve Mehmet Şefik Bey’in eserinin paha biçilemez bir değeri yansıttığının idrakinde idi. Bu sebeple eserin yok olmasına mani olmuştur. Şefik Bey’in kaleminden çıkan bu kutlu miras o dönemin kanununa aykırı olunca kitabe mermer bloklarla kapatılmış.
İstanbul Üniversitesi kurulunca, kitabenin “Daire-i Umûr-ı Askeriyye” ibaresinin bulunduğu orta kısmındaki mermerin üzerine yeni harflerle “İstanbul Üniversitesi”, Abdülaziz tuğrasının bulunduğu madalyonu kapatan mermere de T.C. harfleri yazıldı. 1933 yılından itibaren eserlerimiz üstü örtülmüş adeta hapsedilmişti. Tâ ki 1949 yılında Süheyl Ünver’in yazdığı bir mektuba kadar. Bu mektupla dönemin rektörü Prof. Dr. Sıddık Sami Onar kitabenin üzerindeki mermerleri söktürmüş, sadece tuğradaki mermer kalmış. O da son restorasyon da milletimize kazandırılmıştır.
Hayırlı işler için gösterilen gayrette niyet hayır ise âkıbet de hayır idi. Başladığımız yere gelmiştik, yada netice daim böyle vuku buluyordu:
“Allahu veliyyü’t-tevfîk – Başarıyı sağlayan Allah’tır.”
Yorumlar