Güncel

Müslüman Mahallesinde Salyangoz Satılmaz!

8

Bir komedi dizisinde sosyal bir deney yapılmıştı. Deneyi yapanlar aslında çöp atma yeri olmayan bir köşeye bir kaç tane kağıt parçası buruşturup attılar. Sonra mahalleden gelip geçenler ellerindeki farklı çeşit çöpleri o temiz yere atarak orayı çöp yığını haline getirdiler.

Şimdi bunu neden anlattığımı merak ediyorsanız buyurun yazıyı okuyarak siz karar verin.

Şu an için misyonerlik çalışmaları, bazı fakir Afrika ülkeleri hariç Müslüman ülkelerde yok denecek kadar azdır. “Biz ne kadar şanslıyız serbestçe dinimizi yaşayabildiğimiz bir ülkemiz var!” diyeceğimi düşünüyorsanız hayır, hiç öyle bir şey söylemeyeceğim!

Çünkü; artık yapacağını yapmış olan misyonerlerin ülkemizden elini eteğini çekmiş, sonuçlarını ellerini ovuşturarak bir köşeden bizi seyrettiklerini düşünüyorum. Bunu her milâdî yılbaşında, doğum günlerinde, düğün-derneklerde, baby showerlarda, cenazelerde üzülerek tekrar tekrar yaşıyorum. Sanki her gelen nesil bir önceki nesle nazaran hızla İslam’dan ve İslam’ın şiarı olan âdetlerden uzaklaşıyor. Bizimle uzaktan yakından alakası olmayan bir takım uygulamalar, âdetler ise bize modernlik adı altında dayatılmaya çalışılıyor ve kabul etmeyenler gericilikle suçlanıyor. İslam’ın hakikatini bilmeyen genç kesimse cafcaflı ışıklar, pasta üzerinde üflenen mumlar, parlak fiyonklu hediye kağıtları ve nefse hoş gelen dünyevî şeylerle ömrünü tüketiyor, rüzgârın önündeki bir yaprak gibi bir o yana bir bu yana savrulup duruyor.

Aileler artık çocuklarını eğitmek yerine anne-baba vazifesini bırakıp arkadaş olmayı tercih ediyorlar. Üstelik kankalarının hatalarını frenlemek yerine; onlara katılmak suretiyle de aşırı müsamaha göstermeleri, toplumun yanlışlarını düzeltecek olan mekanizmanın otomatikman ortadan kaldırılmasına sebep oluyor.

Bilindiği üzere Osmanlıda devşirme sistemi denilen bir eğitim sistemi vardı. Bu sistem o kadar başarılıydı ki; fakir Hristiyan halk çocuklarını devlet alsın diye devşirme memurlarına rüşvet bile veriyordu.
Eğitimin amacıysa; tam Müslüman, kibar konuşmasını ve hareket etmesini bilen, edebiyata aşina, namuslu, nefsine hâkim çelebiler, centilmenler yetiştirmekti.1
Bizim bugün eserleriyle iftihar ettiğimiz birçok insana baktığımızda devşirme olduklarını görürüz.
Örneğin; Mimar Sinan. Herkes ondan övgüyle bahseder. Hâlbuki o, İslam’a girdikten sonra minarelerimizi göğe doğru yükseltmiştir.
Her gördüğü sakallıyı dedesi zanneden kimseler ise, minarelerimizin köküne dinamit koymaya uğraşıyorlar!

Allah katında tek din İslam’dır ve tüm peygamberler müslümandır. Bizler hepsine iman ederiz. Kur’an’dan öğrendiğimiz kadarıyla; Allah Hristiyanlık diye bir din indirmemiştir. Onlar kendilerine indirilmiş olan o vaktin İslamını  sekülerleştirerek Îsâcıyım/Cristocuyum demişler, kendilerine isim de koymak suretiyle işi fanatikliğe çevirmişlerdir. Bugün özünü kaybeden Hristiyanlık, içi putperest âdetleriyle doldurularak pazarlanmış bir inanç sistemi olarak karşımızda durmaktadır.
Ey Müslüman! Sen de kendinden habersiz bu putperest âdetlerine ağzının suyunu akıtarak iç geçirmektesin!

Batı hayranı bazı güruhlar; İslam’ı başka kültürlere saygısızmış gibi lanse ediyor. Hayır! Bu kesinlikle iftiradır! İslam hiçbir inanca ve o inanca ait adetlere, kutlamalara karışmaz, hakaret etmez, hatta saygı gösterir. Lakin ‘Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya’ kalkışırsanız bir Müslüman evladının da çıkıp size; “Çuuşş bre!” demesini hiç yadırgamayınız.

Oysa iş  İslam’a ait kutlamalar olan özel günlere, kandillere, mevlide gelince “Kandil kutlanır mı kutlanmaz mı?” diye ortalığı ayağa kaldıran hamakat sahibi kişileri başka bir inanç sisteminde mumla arasanız bulamazsınız. Şimdi bize inanç özgürlüğü dersi vermeye kalkışanlara gelirsek;

Sizler neyi kutsadığınızı, kutladığınızı biliyor musunuz? Mesela bir ay öncesinde “kutlanılan” mutasyona uğramış Noel, yılbaşı, Noel baba kimdir haberiniz var mı?

Hristiyanlar, 4’üncü yüzyıla kadar 6 Ocak’ta; Hz. İsa’nın doğumunu ‘Epiphany’ dedikleri bir yortuyla kutlardı. Roma’daysa, Saturnalia festivali 24 Aralık’ta bitince, 25 Aralık’ta Işık Tanrısı Mitra için güneşin doğuşu kutlanırdı. Bu eğlenceler, Hristiyanlık ahlak anlayışına uymadığı için din adamları, ‘İsa’nın doğumunun kutlanmasını’ 25 Aralık’a çekti. Sonraları bu kutlamalara, İngilizce “Christmas”, Fransızca “Noel” denmeye başlandı. Christmas İsa, yani ‘Christ’ ve kiliselerde yapılan ekmekle şarabın kutsanması ayini anlamına gelen ‘mass’ kelimelerinden oluşur. Noel’in kökeni ise Latince ‘doğuş’ anlamına gelen ‘natalis’tir ki, ‘Kutsal Doğum’u ifade eder.
1752 yılına kadar Roma Takvimine göre yılbaşı (nam-ı diğer paskalya) 25 Mart gecesiydi. Miladi takvime geçildiğinde yeni yılın ilk günü 1 Ocak olarak kabul edildi.

245 yılında Antalya Patara’da doğan Myra Piskoposu Aziz Nikola ya gelirsek kendisinin Noel Baba ile uzaktan yakından alakası yoktur. Bölgeyi kıtlıktan, gemicileri kazalardan ve masum insanları kötülüklerden kurtardığına inanılan bir azizdir.

O halde kimdir bu Noel Baba?

İskandinav mitolojisindeki Odin’in tüketimi artırmak amacıyla günümüze uyarlanmış şeklidir.
Noel Baba’yı 1863 yılında Thomas Nast tasarlar. İsveçli ressam Haddon Sundblom ise 1931’de bir reklam filmi için bunu firmanın renklerine uyarlayıp kırmızı-beyaz elbiseli, aksakallı bir ihtiyar tasviriyle dünyaya pazarlar. Ren geyikli kızağıyla tasviri ise William Gilley’in bir çocuk şiirinden alıntıdır.

William Gilley’in “Old Santeclaus with Much Delight”adlı şiirinin ilk mısraı için çizilen resim

Her yılbaşında elinde çuval dolusu hediyelerle çam ağacının altına oturttuğunuz tüketim kültürünün uydurduğu en başarılı reklam tiplemesidir Noel Baba ve Hristiyanlığın sekülerleşmesini gözler önüne serer.

Oysa din insanın tüm hayatını kapsayan kurallar manzumesidir. Ancak özünü koruduğunuz zaman temiz kalır. Bunu bir türlü anlayamayan insanlarsa dini arzularına göre belirli yerlere hapsederek oradan çıkamasın diye zincire vurmaya çalışmakta ve ellerine geçen her çöpü de maalesef bu temiz köşeye doğru fırlatmaya çalışmaktadır.

  1. Halil İnalcık, Devlet-i Aliyye – Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar 1, İş Bankası Yay., İstanbul, 2016, s. 208
fatma yıldız
Sayılmayız parmağ ile Tükenmeyiz kırmağ ile Taşramızdan sormağ ile Kimse bilmez ahvalimiz. Erenlerin çoktur yolu, Cümlesine dedik beli; Gören bizi sanır deli, Usludan yeğdir delimiz Tevhid eden deli olmaz Allah deyen mahrum kalmaz Her seher açılır solmaz Bahara erer gülümüz.

    Yine Ama Yeni Bir “Üç Aylar”

    Önceki içerik

    Hz. Ebubekir: Yâr-i Gar

    Sonraki içerik

    8 Yorum

    1. Harika elinize sağlık, tercüman olmuşsunuz çok beğendim

      1. Estağfirullah gönüller bir.

    2. Allah razı olsun razı bulsun.

      1. Amin. Cümlemizi râzı bulsun.

    3. Sarstı.

      1. Sarsıla sarsıla bu hale geldik Betül Hanım o sebeptendir.

    4. Üzücü bir durum.

      1. Maalesef öyle.

    Yorum Yaz

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir