Aldırma, deli gönlüm,
Giden gitsin,
Sen şarkılar söyle içinden boş ver…
♫♫♫
Bu şarkı en son duyduğum şeydi… Uyandığımda kendimi yoğun bakım ünitesinde buldum.
Çok rahatsız edici bir ses, bağırarak ismimi söyledi. Gözlerimi açtım, başımda yeşil önlüklü bir sürü insan vardı. İçlerinde en güler yüzlü olanı, ‘ameliyatınız başarılı geçti, şu an yoğun bakım servisindesiniz’ dedi. Gözümle etrafı incelemeye başladım.
Bir sürü sesler çıkaran tıbbî cihazlar, ekranda anlamını bilmediğim birtakım hareketlenmeler… Kimi kalp ritmini hesaplıyor, kimi nabzı, kimi tansiyonu… Gözüm ister istemez saate takıldı. Saat 15:00’ti. Ameliyata 9’da alınmıştıysam, yaklaşık 5,5 saat sürmüş ameliyatım. Üşüyüp ürperince, etrafı incelemeye ara verdim.
Sonra dönüp kendime baktığımda, üstümün giyinik olmadığını fark ettim. Örtünün altında yeniden doğmuş gibiydim. Neden böyleyim dememe kalmadı, birden kusmaya başladım. Hastalık sürecinde vücudumda biriken tüm yaşanmışlıkları, yorgunlukları, hayal kırıklıklarını, kendi içimi, kısacası bana ağırlık yapan her şeyi bedenim dışarı atıyordu. Üstümdeki örtü kirlenmişti. İki kişi hemen gelip üstümü başımı temizleyip, çarşafları değiştirdiler. Birilerinin benim için bir şeyler yapmasının altında son derece ezilen ‘ben’ gitmiş, bu bakım faaliyetleri kendisine iyi gelen yepyeni bir ‘ben’ gelmişti adeta…
Çok sıkı periyotlarla nabız ve tansiyon değerlerimi ölçüyorlardı.
Hep aynı pozisyonda yatarsam sırtımda yatak yaraları olabilirmiş; kolunu bile kıpırdatamayan beni saat başı, yatakta bir o yana bir bu yana çeviriyorlardı.
Dinleniyordum ve su içmem yasaktı. Gözlerimi açtığımda, hemşire pamuk ıslatmış ve kuruyan dudaklarımı siliyordu. Birden dudağımda hissettiğim o serinleme sanki kalbimde ve sadrımda uzun zamandır hissettiğim darlanma ve yanmaya da şifa oluyordu. Gayet mütebessim bir şekilde, ‘Bir süre su içemeyeceksin canım, dudakların kurumuş’ dedi.
Ve mobilizasyon… Sürekli yoğun bakımda kalacak değildim. Artık benim normal hayata dönmem için alıştırmalara başlıyorduk. İki kişi yardımıyla önce üstüm başım giydiriliyor, sonra da bir sandalyeye oturtuluyordum. Yapmam gereken şey sadece bu idi: Oturmak! Oturabilmek! Beklemek… 45 dakika boyunca… İyi de ben daha önce 45 dakika boyunca hiç oturmadım ki; hep bir yerlere yetişmek, bir yerlerden gitmek, bir yere ulaşmaya çalışma halindeydim. Tabir-i caizse arabam hep dur durak bilmeyen bir seyir halindeydi. O yüzden en zoru da buydu. Oturmak, öylece oturmak ve bakmak, hiçbir şey yapmadan…
Ez cümle: İnsan, hayatında dönem dönem yoğun hasarlı olduğu durumlarda; yoğun bakım, yoğun onarım, yoğun ilgi, yoğun değişim, yoğun koruma, yoğun kontrole ihtiyaç duyulabilir… Ve bütün bunlar periyodik bakımlarla desteklenirse tıpkı yenilenmiş bir araba gibi yoluna sorunsuz devam edebilir.
Gerek onarımlar gerekse değişimlerle, tekrar hayata dönerek yeniden doğan kişide, hatalar ve aksamalar olmaz mı? Tabi ki olur, yine olacaktır. Ama hasarlar olacak diye bakım onarımları düzenli yapmazsak, bedenimizdeki ve ruhumuzdaki arıza tespitlerini geciktirirsek, daha sonra geciken durumlarda hastayı kaybedebiliriz.
Rabbim tüm hastalara şifa nasip etsin. sizlere de gelmiş geçmiş olsun.
Yoğun bakımda görev yapanlar için sıradan olan şeyler hayatında ilk defa yoğun bakım tecrübesi yaşayan bir hasta için neler ifade edebiliyormuş ki gönlünden böyle samimi bir yazı dökülüvermiş..yüreğinize sağlık..