Bir haftadır her sabah kapısının önünü süpürmek için kapıyı açtığında eşikte ya ölmüş bir kuş, ya bir fare, ya börtü böcek ya da uçuşan tüyler görmekten bayağı bıkmış ve söylenmeye başlamıştı. Avının arkasında avcı ruhuyla göğsü kabaran bir komutan gibi duran mahallenin ağır abisi, kara kedisi. Kara kedinin uğursuzluk getiriyor diye adı çıkmış ya bir kere kovulmadık kapı, pencere, yemediği uçan terlik kalmamış zavallıcığın. Evin çocukları sevip de kucak açınca mesken bellemiş kapının önünü.
Akşam sofrasının kurulduğunu gören mahallenin ağır abisi camın önünde yerini alıp, sesini de en tiz ve en can yakan haline akort ediyor ki sormayın gitsin. Miyaaaav, mivay, miyav, miyaaaav…
Bak hele evin davetsiz misafirine, sofradan pay ister.
Fesuphanallah, kolunda saat mi var, kaşık çatal sesine mi kurulu kulağın be mübarek! Kovsan kovulmuyor, kızsan kızılmıyor. Bir de sevimli ki kerata… Peygamber Efendimiz (s.a.s.) buyurmuşlar ki; “Kim iki göz sahibinin baktığı yerde yerse öyle bir derde müptela olur ki o derdin devası olmaz. “
E şimdi bu hadisi bilip de nasıl ağız tadıyla yemek yesin ev ahalisi? Kara kedi sanki bu hadisi biliyor da vakit kolluyor. Seni gidi köftehor seni. Zorla misafir oluyor kerpiç haneye. Mecburen ona da bir tabak konulup buyur ediliyor sofraya. Davetsiz misafirin gelişine ise çocuklar herkesten mutlu.
Allah Allah Eyvallah! Bu gitti ganisi gele,
Hak berekâtını vere. Artsın eksilmesin, taşsın dökülmesin
Lokma nûr, sofra zûhur; nimet Nebî’den, sonra Ali’den…
Hadi sofra duasından da sofradan da nasibini aldın, tatlıya da kal davetini mi beklersin ey kara kedi? Sobanın kenarına da ağalar gibi kurulmak da neyin nesi? Bir tarafta sobanın çıtırdayan sesi, bir tarafta mis kokulu çay haresi. Başlamış hikayeye evin tonton dedesi.
“Bilir misiniz Ebu’l-Vefa hazretlerinin de böyle kara bir kedisi varmış. Çocukların gözleri kedi hikâyesi geliyor diye çakmak çakmak oldu.
Evvela Ebu’l-Vefa kimdir onu deyivereyim. Kocaman İstanbul’u feth etmek için gecenin alaca karanlığında toprağın bağrını yara yara gemileri kızaklarda yürütüp de Haliç’e indiren kutlu komutanın, Fatih Sultan Mehmed Han’ın hocasıdır. Asıl adı Mustafa’dır.”
“Aaaa… Seninle adaşmış Mustafa dede!” diyerek gülmeye başlar evin en küçüğü.
“Ebu’l-Vefa hazretleri, İstanbul’un fethi sırasında ve daha sonrasında, Fatih Sultan Mehmed Han’a büyük yardım etmiş ve destek vermiş. E hocası dediydik ya başta. Ebu’l-Vefa hazretlerinin gönülden ikramına padişah da “Vefa” diye anılacak olan semtte bir cami ile çifte hamam yaptırarak vefa göstermiş. Bana bir harf öğretenin kulu kurbanı olayım demiş ya Hz. Ali Efendimiz, bu söz neyi gerektiriyorsa onu yapmak istemiş sultan.
Caminin yanındaki araziye derviş hücreleri, dervişler için küçük küçük evler diyeyim siz anlayın, kütüphane, imarethane dedikleri yoksullara, talebelere aş dağıtan mutfaklar yaptırmış.
Hadi şimdi hikâyeye başlayıverelim de bizim kara kedinin yarenini daha fazla bekletmeyelim. Vefa Hazretleri bir gün hücresinde ilim ve ibadet ile meşgullerken, bir kadın destur istemiş içeri girmiş. Başlamış ahvalini, meramını dökmeye. Malta’da esir düşen oğlunun kurtulması için yardım dilemiş. “Aman kurbanın olayım ocağına düştüm Şeyh Vefa Efendim, oğlumu kurtarsan kurtarsan sen kurtarırsın. Ne olur vesile ol.”
Vefa hazretleri tebessüm etmiş ve bizim kara kedi gibi yanında mışıl mışıl uyumakta olan kara kedisini işaret ederek; “Söyleyeyim de oğlunu şu kara kedicik kurtarıp getirsin.” demiş.
Kadıncağızın oğlu, Malta adasında bir Hristiyan’ın esaretinde o işten bu işe koşturmakta, mutfağında aş pişirmekteymiş. Günlerden bir gün, balık temizlerken mutfağın kapısında kara kuru bir kedi belirivermesin mi? Belirivermesiyle birlikte temizlediği balığı kapıp kaçması bir olmuş. Kara kedi önde bizim Malta’nın esiri delikanlı arkada bir kovalamaca başlamış ki görmeyin gitsin. Aman Yarabbi bir tozumuş ki etraf bir tozumuş ki; toz dumana bulanmış, etraf görünmez olmuş. Kara kedi en sonunda bir hanenin aralık kapısından içeri kıvrılıvermiş. Koşturmacanın yorgunluğundan soluk soluğa kalan delikanlı, hanenin kapısını tıklayıvermiş.
“Ağzında balık olan kara bir kedi kaçıverdiydi içeri, kediyi gördünüz mü?” diye sual etmiş kapıdan içeri. İçerden gelen ses, “Yok, görmedik.” deyince delikanlı anasının sesini tanıyıvermesin mi? Meğer Vefa semtine kadar peşinden koşturmuş kara kedi delikanlıyı. Diyeceksiniz ki; “Dede Malta nere, İstanbul Vefa Semti nere?” Evliyanın işine akıl sır mı erer yarenler?
Mustafa Dede ak sakallarının altından tebessüm ederek anlatmaya devam etmiş.
Ana oğul bu işin Ebu’l-Vefa hazretlerinin kerameti olduğunu anlamalarıyla soluğu hazretin kapısında almaları bir olmuş.
Onlar ermiş muradına, biz şahit olalım ana oğulun kavuşmasına. Bu olaydan sonra Vefa semtinde bir deyim peyda olmuş. Sonrada dilden dile yayılmış. Ansızın karşılaşanlar için, birden bire karşına çıkan kimseler için söylenen “Vefa’nın kedisi gibi karşıma çıkma.” denilir olmuş.
Ummadığınız anda, darda, varda, havada, karada Vefa’nın kedisi gibi yardım elini uzatanlarınız çok olsun İnşallah. Bizden bu kadar vesselam.
Yorumlar