Geldik kitabın son bölümüne. Daha önceki bölümlerde olduğu gibi Sarah ve Birthright organizasyonuna katılan Yahudi gençleri İsrail’in işgal ettiği Filistin topraklarını gezmeye devam ediyorlar.
Sarah artık İsrail ile derin bir bağ kurmaya başladığını hissediyor. Ancak bu bağ büyük bir suçluluk duygusunu da yanında getiriyor. İsrail’in zulmünün farkında, bu gezinin hala bir beyin yıkama operasyonu olduğundan şüphe ediyor ancak duyguları karmaşık. Gergin davranışlar içinde ara sıra ağlıyor, duygu boşalmaları yaşıyor. Çölde, çadırda sabahladıkları bir günde, Sarah hiç uyuyamıyor. Gruptaki gençlerden birinin fikri oldukça çarpıcı; “Sarah Filistinlilerin bu bölgeye geri dönülmesine izin verilirse ne olur farkında mısın? Hepimizi öldürürler!” İşte bu korkunun, mazlum bir halkı cani gibi görme ya da gösterme hastalığının, siyonizmin, en önemli direği olduğunu açıkça görebiliyoruz.
Bu arada Sarah’nın Amerika’da bıraktığı ve hep düşündüğü başka biri daha var. Filistin’li Jamil, aralarında duygusal bir ilişki olduğunu bu bölümde öğreniyoruz. Jamil’e karşı duyduğu suçluluk hissi de kimlik karmaşasını derinden yaşatıyor Sarah’ya.
Artık İsrail’in baş kahramanı, siyonizmin en büyük destekçilerinden Ben Gurion’un mezarı başındayız. Sarah hayalinde Ben Gurion ile sohbet ediyor.
İşte Ben Gurion’un fikirleri: “Araplar bizimle neden barış yapsın ki, ben de bir Arap lideri olsam İsrail’i tanımazdım. Bu çok doğal, onların ülkesini aldık. Ama burası bize vaadedilmiş topraklar, bunun onlar için ne önemi olabilir ki! Tabii ki onlar Naziler gibi anti-semitist olacaklar. Onlar sadece tek bir noktayı görüyor, biz buraya geldik ve onların ülkesini çaldık. Ancak bir iki nesil sonra illa ki unutacaklardır. Yapacağımız şey çok basit, güçlü olup iyi bir orduya sahip olmak. Bizim buradaki bütün politikamız bundan ibaret.”
Son bölümde Sarah Kudüs’ü ve Mescid-i Aksa çevresini geziyor. Burak duvarı etrafında aşırı dindar Yahudilerin ibadetlerini seyrediyor. Yapılması planlanan Süleyman Mabedi’nin yeniden inşası hakkındaki teorileri öğreniyorlar. Tabii yıllar içinde defalarca kere Mescid-i Aksa’ya yapılan saldırılar hakkında en ufak bir bilgi verilmiyor.
Sarah gruptan ayrılarak Mescid-i Aksa’nın avlusunu geziyor, Müslüman ailelerin huzur içinde yaptıkları sohbetleri, şakalaşmaları gözlemliyor, Ezan-ı Muhammedi’yi dinliyor.
Kitap boyunca Filistin’in Hristiyan bölgeleri hakkında çok az bilgiye yer veriliyor, sadece Kıyamet kilisesine ufak bir gezi yapıyor Sarah. Siyonistlerin Hristiyanları tamamen çember dışında bıraktıklarını görebiliyoruz.
Birtright gezisinin ardından Sarah kafası karışık bir şekilde, yaşadığı kimlik bunalımı ile bir müddet daha bölgede gezeceğinin sinyallerini veriyor. Türkiye’ye yaptığı gezinin resimleriyle kitap sonlanıyor. İstanbul’da gezdiği önemli yerlerden birisi de Ayasofya!
“İsrail-Filistin fikir(!) ayrılığı”nın oldukça tek taraflı bir bakımdan anlatıldığı, siyonizmin beyin yıkama girişimlerini eleştirerek, daha hümanist bir noktadan konuyu ele almaya çalışan bir eserle karşı karşıyayız. Konuyu tek taraflı ele alması, Filistin’i tamamen terörist bir topluluk olarak göstermesi yazarın tarafsızlığına gölge vuruyor. İsrail’in yaptığı zulmün sadece buz dağının üzerinde görünen çok az bir kısmını anlatarak “sizi de anlıyoruz, her şeyi unutalım, keşke barış olsa” gibi bir mesajla kitap sonlanıyor. Ancak nasıl bir çözüm sunduğu da muamma. Olayları berrak bir zihinle anlayabilmek için, gözlerin de tamamen görmesi gerekli diye düşünüyorum. İnsan kör olmayı tercih ederse ya da gözlerini kapatır da fili sadece tuttuğu yerden görürse bu mesele daha uzar gider.
Bu kitabı sizlere tanıtmaktaki amacım siyonistlerin faaliyetlerini bir nebze olsun görebilmemizdir. Kitap başlığından da anlaşılacağı gibi, İsrail’in yanlış anlaşıldığıyla ilgili büyük mesajlar verdiği ortada. Bir kaç nesil sonra bunların unutulmasını bekleyen bir işgalci topluluk var karşımızda. O zaman unutmayıp, unutturmamak da bizim görevimiz olmalıdır.
Çok güzel bir yazı dizisi idi, merakla bekleyerek okuduk. Bize farklı bir zaviyeden bakma fırsatı sunduğunuz için teşekkür ederiz