Geçen gün bir yeri temizlemeye çalışıyordum. Sabırla kirlerin çözülmesine uğraşırken, suyu kirlerin çok yakınına yaklaştırdım. Kirler çözülmedi. Suyun gürlüğünü arttırdım. Aynı yakınlıktan yine denedim, kirler çözülmedi. Sonra suyu uzaklaştırdım. Kirler yumuşamaya başladı. Suyun gürlüğünü azalttım, kirler yavaş yavaş silinmeye başladı.
Sabırla şahit olurken bu manzaraya, hayretler içindeydim: su en azami gürlükteydi ve olabildiğince uzaktı kirlere. Ama kirlerin tamamen çözülüp, ortadan kalkmasına vesile olmuştu. Kirlere tesir o yakınlıkta değil, oldukça uzakta; o çağlayan gürlükte değil, oldukça sakin bir akışta mümkün olmuştu.
Durdum, dehşet vericiydi.
Kirlerimizi, paslarımızı düşündüm. Sonra Allah Teâlâ’nın bizleri temizlemeye vesile kıldığı düzenine hayretle tekrar baktım. Bizleri tövbeye sevk eden, bizlerdeki kirin pasın temizlenmesine vesile olan kimseleri düşündüm. O ince ayarlarla, o dokunuşlarla bizi yakınlığa vesile olacak temizliğe sevk eden uzakta sandığımız kimseleri…
Evet gönül hep bir yakınlık istiyordu, hep yanı başında bulunmak bazı kimselerin. Fakat su misali. Bazı kirler, bazı paslar belli ayarları gerektiriyordu. Belli uzaklıkları, çağıldayan değil sakin bir devinimdeki o su misali; belli seviyeden bir akışı gerektiriyordu.
Allah’a yakınlık ise maksad, bizlerin O’na yakınlık yolunda takdir edilen bazı ayarlara razı olmamız gerekiyor olsa gerekti. Ve ne garipti, O hep bize en yakındı. Ve dahi uzak sandığımız kimseler de yakîn idi, tesirleri ile, bizlerdeki tasarrufları ile. Suyun çıktığı noktaya uzaklık, tesiri ile aslında uzak sandığımız o yakınlığın ta kendisi değil miydi?
Uzaklığına üzüldüğümüz cümle sevdiklerimizle, yakınlığından emin olamadığımız birçok insanla meşgul olurken gönlümüz, O, hep en yakınımızda olan değil miydi?
Birinin yakınlığını onlarca farklı ölçü ile ölçüp ve yine o yakınlıktan emin olamazken; O’nun yakınlığı en kesin, en emin olan değil miydi? “Biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf, 50/16)
O’na ulaşmak denilen şey, miller kat etmek değildi. O’nun yakınlığına biz ne kadar uzaktık? Yakınlığa yaklaşmaya ne kadar niyetliydik? Kirlerimiz, paslarımız bu yakınlıkla ne kadar aramıza giriyordu. Bu kirler, perde perde bizleri çevreleyip, bu yakınlıktan ne kadar uzağa bizi savuruyordu? Ve tüm bu kirlerimizi en iyi bildiği halde, yine de bize en yakın O değil miydi?
Biz; bizden uzakları yakın belleyip, O’nun yakınlığından uzağa gitmeyi niye tercih ediyorduk?
“Bize bizden olan yakîn ü karîb
Koma firkat elinde bizi garîb
Kereminden visâlin eyle nasîb
Meded et yâ enîse külle garîb”
Azîz Mahmûd Hüdayî
👍🥰🌹