Alçak Uçan Yüce Konar, Yüce Uçan Alçak Konar
Bir önceki yazımızda dil dedik, gönül dedik, susmak dedik ve neticesinde ilmine mağrur bir gramer âlimi ile gönlünü incittiği kayıkçının hikâyesine dümen kırdık.
Mesnevî-i Manevî’de bir hikâye anlatılır. Bir Nahiv âlimi yani Arap dili gramerini iyi bilen bir hoca efendi bir gemiye biner. Biner binmesine lakin ilmin getirdiği bir kibir hâli vardır tavırlarında. Bazen “İlim bir deryaymış, meğer ben sahiden hiçbir şey bilmiyormuşum!” hayreti içerisinde mahviyete bürünmeyi geçtik, meyve veren ağaç misali tevazuuyla bile eğilemeyip kibre kapılırız. İşte bilgisinin deryada bir katre (damla) olduğunu fark edemeyen bu âlim de bu afete yakalanmış. Kayıkçıya yönelerek “Söyle bakalım hiç nahiv okudun mu?” demiş. Kayıkçı “Hayır efendim, okumadım.” diye cevap vermiş. Nahiv âlimi “Vah vah! Desene gitti ömrünün yarısı, yazık sana.” demiş. Sonra mı ne olmuş? Tam burada Hazret-i Mevlânâ’ya kulak verelim:
Dil şikeste gêşt keştîban zi tâb
Lîk andem gêşt hâmûş ez cevâb
Gemicinin gönlü incindi ve kızdı. Lakin o anda cevap vermeyip sustu.
Sonrası malum, bilenlerimiz bilir. Bir fırtına çıkar ve rüzgâr gemiyi bir girdaba sürükler. Gemi alabora olmuş olacak ki gemici seslenir âlime, “Yüzme bilmiyor musun?” Âlim “Hayır!” cevabını verince gemici, “Desene gitti ömrün. Zira gemi girdapta batacaktır.” diye karşılık verir. Sonrasında ise mahviyet yoksa nahiv olsa ne yazar demeye getiren beyitlerle devam eder Hazret-i Pîr Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Hazretleri.
Atasözlerimiz arasında geçer “Alçak uçan yüce konar, yüce uçan alçak konar.” Sen sen ol kibirlenme, bir rüzgâr çıkar bindiğin bu hayat gemisini alabora eder ve mahviyete erişemeden mahvolur gidersin, demeye getirmişler bir nevi. Necip Fazıl’ın bir şiirinde zamanı kokutanlar için söylediği “Yükseldik sanıyorlar alçaldıkça tabana” mısraını da konumuza uyarlanabilecek bir mısra olarak düşünebiliriz.
Evet gemici sabredip sustu, vakti gelince konuştu. Bir nevi susma orucu tuttu, iftar vakti gelince de iftar etti. Oysa bir şey bilmiyor değildi. Peygamber (s.a.s.), “Herkes ne için yaratılmışsa ona o kolaylaştırılır.”[1] buyurmamış mıydı? Gemici de nahiv bilmiyordu lakin deryaya hâkimdi, kendine faydalı olan ilmi biliyordu. Velhasıl alçak uçtu, yüce kondu.
[1] Ali radıyallahu anhten rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: “Bakîü’l-Ğarkad Kabristanı’nda bir cenazenin defni için bulunuyorduk. Derken Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) elinde baston olduğu hâlde yanımıza geldi, oturdu. Biz de çevresine oturduk. Başını eğdi ve bastonuyla yere bir şeyler çizmeye başladı. Sonra da şöyle buyurdu: ‘İçinizde, cennet veya cehennemdeki yeri önceden bilinmeyen kimse yoktur.’ Orada bulunanlar: ‘Ey Allahın Resûlü! Biz akıbetimizi ezeldeki o yazıya havale edip ameli bırakalım mı?’ dediler. Hz. Peygamber: ‘(Hayır) siz görevinizi yapmaya bakın. Herkes niçin yaratıldı ise onu kolayca elde eder.’ buyurdu.” (Riyâzu’s-Sâlihîn, 947)
Yorumlar