“(Oysa onların tek gerçek kabul ettikleri) bu dünya hayatı hakikatte sadece bir oyun ve eğlenceden ibarettir; âhiret yurduna gelince işte asıl hayat odur; keşke bunu bilselerdi!“(Ankebut, 64)
Burası bir oyun. Başladığını bile anlamadan içine düştüğün, ama sona erdiğinde seni büyük bir gerçekle yüzleştirecek bir oyun.
Hiçbir oyuncu, oyuna ne zaman ya da nerede başlayacağını seçemez. Karakterin—yani bedenin, yeteneklerin, zayıflıkların ve çevren—başlangıçta sana tanımlanmıştır. Kimine yüksek beceriler, kimine sınırlı kaynaklar verilmiştir. Burada adalet, herkesin aynıyla başlamasında değil; herkesin kendine verilenlerle ne yaptığıyla ölçülmesindedir.
Bazıları bu oyunda oyuncu olduğunu bilir. Kuralları öğrenir, haritayı keşfeder ve oyunun sonunda bir ödül olduğunu fark eder. Mücadele eder, seviye atlar, düşer ama kalkar. Çünkü bilir: Bu bir sınavdır ve asıl kazanç, oyunun bittiği yerdedir. Diğerleriyse figürandır. Onlar için oyun yalnızca bugündür. Anlık hazlar, geçici başarılar, göz kamaştırıcı ama sığ görevlerle oyalanırlar. Kuralları bilmedikleri için sınırları da tanımazlar. Onlar için oyunun sonu yoktur, sonu hiç düşünmemişlerdir. Ne bir ödül umudu vardır ne de hesaplaşma kaygısı. Ama bu oyunda her seçim bir iz bırakır. Bazı kararların sonucu hemen görünür, bazıları yıllar sonra gelir çatar. Ve o zaman anlarsın: Hiçbir seçim boşuna değildi.
İşte bu yüzden, bu platformda herkes farklı bir yol oynar, farklı bir hikâye yaşar. Ama her hikâye bir hesaba çıkar. Her oyuncu, zaman içinde yaptığı tercihlerle bu oyunun içinde seviye kazanır ya da kaybeder. Seviyeler, oyun ekranında beliriveren puanlar gibi görünmez. Yükseldiğinde fark edersin; daha net görmeye başlarsın, anlam derinleşir, önceden karmaşık gelen şeyler sadeleşir. Fakat seviye kaybı sinsidir. Geriye düştüğünü kolay kolay fark edemezsin. Hatta uzun süre önceki seviyende olduğunu sanarak oyuna devam edebilirsin.
Figüranların da seçimleri vardır. Onlar da karar verir, eylemde bulunur. Ancak bu kararların hedefi yalnızca bu dünyadır. Onlar için bir “sonraki dünya” yoktur. Varsa bile, dikkate almaya değer bulmazlar. Haz, güç, prestij gibi hedeflerle yön bulurlar ve bu uğurda sürekli seçimler yaparlar. Fakat bu seçimler, görünüşte başarı gibi dursa da, aslında onları giderek daha alt seviyelere çeker.
Gerçek bir oyuncu için durum farklıdır. Ona bu dünyada bazı üstün özellikler verilmiş olabilir: fiziksel güzellik, zenginlik, yüksek zekâ, hitabet gücü… Bu özellikler bir ödül değil, bir emanettir. Emanet beraberinde sorumluluk getirir. Bu avantajlar, oyuncunun sınavının kapsamını genişletir. Oyun sonunda kazanılacak asıl mükâfat, bu imkânlarla ne yaptığına göre şekillenir.
Bir oyuncuya fiziksel güzellik verilmişse, bu onu herkesin ilgisine açık hâle getirir. Bu ilgiyi yönlendirmek, suistimal etmemek ve kendini değersizleştirecek ilişkilerden sakınmak onun sorumluluğudur.
Eğer oyuncu zenginlik sahibi ise, bu servet sadece kendisi için değil, ihtiyacı olanlar için de vardır. Cimrilik, bu avantajı oyunun ruhuna aykırı biçimde kullanmak olur. Yüksek zekâya sahip bir oyuncu ise, bu aklı plan kurmak için, insanları yanıltmak için ya da sadece kendi çıkarı için kullanmamalıdır. Bu güç, doğruyu görmek ve başkalarına da göstermek için vardır. Şerre hizmet eden bir akıl, üstünlük değil yüktür. Etkileyici bir konuşma yeteneği olan oyuncu, insanları yanıltmak ya da manipüle etmek için değil, doğruyu savunmak ve hakikati anlatmak için konuşmalıdır. Hangi imkân verilmiş olursa olsun, oyun sonunda sorulacak soru aynıdır: “Onu ne için kullandın?”
Bazı oyuncular dezavantajlarla başlamış olabilir. Zayıf bir beden, maddi yoksunluk, ya da baştan sona zorluklarla örülmüş bir hayat. Bu durumlar, onun için bir engel değil, tersine bazı sorumluluklardan muafiyet anlamına gelir. Oyunun sonunda ondan, sahip olmadığı şeylerin hesabı sorulmaz.
Ancak şu soru mutlaka sorulur: “Sahip olduklarınla ne yaptın?”
Bir oyuncuya zayıf bir beden verilmişse, bu onun için bir yük değil, karakterinin test edildiği alandır. Bu bedenle ne yaptı? Sürekli isyan mı etti? Kendi içine mi kapandı? Yoksa gücünün yettiği kadar çabalamaya devam mı etti? Fakirlik içindeyse, bu bir bahaneye mi dönüştü? “Zaten param yok” diyerek haksız kazancı mı seçti? Hırsızlığı, sahtekârlığı, meşru olmayan yolları normalleştirip haklı mı gördü? Çocukluktan itibaren zorluklarla büyüdüyse, bu zorlukları adaletsizlik duygusuna mı çevirdi? Yoksa bütün bu sıkıntılara rağmen doğru kalmayı mı seçti? İşte bu sorular, onun seviyesini belirler. Zira bu oyuncu, hiçbir zaman sahip olmadıklarıyla değil—sahip olduklarına rağmen ne yaptığıyla değerlendirilecektir.
Onun yükü hafifti ama sınavı ağırdı. Çünkü sınırları belliydi, ama seçimleri özgürdü.
Yorumlar