Bir tohumu toprağa atmak ne anlama gelir?
Birçoğumuz çocuklukta pamukların arasına fasulye koyup suyunu verip yeşillenmesini dört gözle beklemiştir. Biraz daha şanslı olanlarımız o fasulyeye güzel sözler söyleyip bakımını güzelce üstlendiğinde ve bunun aksini yaptığında gelişimi karşılaştırma imkanı bulmuştur. Heh hatırladık mı, işte konumuz tam da bununla ilgili.
Aslında yaşamın kendisi başta sorduğumuz soruya gerek olmadan doğal bir süreç olarak ilerliyordu. Ta ki etrafımız GDO, zirai ilaçlar, dev binalar ve betonlarla çevrilene dek. Bizim için önemli bir çaresizlik kaynağı olan bu durumlar nasıl olsa dünya artık böyle, ne kadar çabalasak boş anlayışını içimize işler hale getirdi. Belki bir bakıma doğru. Doğru olan bir başka şey ise bu durumun bizi bir yol ayrımına götürmesi. Çünkü ekosistemi nasıl etkilediğimizin ve ondan ne kadar etkilendiğimizin kanıtı önümüzde.
Ülkemizin dört bir yanında yanıp tutuşan topraklardan sonra bir ağaca üzülmekle başlayıp insanlığı düşünmeye iten gücü hepimiz daha da hissettik. Belki de çaresizliği, üzüntüyü sinemize alıp yapıcı bir yolda istikrarlı bir şekilde ilerlemeye en ihtiyaç duyduğumuz vakitteyizdir.
Tabi ki devinimin bir parçası olmaya devam etmek için insan olarak özellikle son yıllarda birçok uğraş ve hareket oluşturmaya devam ediyoruz. Yardım kuruluşları fidan kampanyaları gibi kıymetli hareketlerle çeşitli projeler ortaya koyuyorlar. Hayatın hızına yetişmeye çalışırken gözümüz medyadaki bu tarz kampanyalara birçok kez çarpıyor. Belki de bir süre sonra alışmaya başlıyoruz. Ya da tek seferlik vicdan tatmini olarak dahil olup daha sonra dışarıdan izlemeye devam edebiliyoruz. Bilmemiz gereken bir nokta var: Birçok yönden (sosyolojik, tıbbi, psikolojik, ekolojik vs.) toprağın işlevini ve verimliliğini korumak önemlidir. Toprak kendi kendini tükendiği noktadan üretmeye devam edebilecek kapasitededir. Tıpkı ağaçların yaşlandıkça daha hızlı büyümeleri gibi. İnsanlığın yüzyıllardır peşine düştüğü ölümsüzlük ve gençlik iksiri gibi. Yani dünyaları kurtaracak ütopik hayallerden ziyade doğa ve çevreyle uyum halinde doğa için harekete geçmeyi öğrenmek zorundayız. Bunu yaptıktan sonra zaten dünya da insan da bir noktada uyum içinde olacaktır.
Peki ya nasıl olacak bu iş?
En bilindik yöntemden başlayalım; çocuklarımız ile yapacağımız bir ekim yöntemi olarak nohut, fasulye, barbunya, buğday ve mercimek gibi bakliyatları çimlendirmek. Evde birkaç gün suda beklettiğimiz bu bakliyatları evde yetiştirmekle kalmayıp dışarıda bulduğumuz herhangi bir toprağa ekim yapmak önemli bir seçenektir. İleride ağaca dahi dönmeyecek birkaç dal fidanın doğaya ne faydası mı olur? O toprağı canlı tutar, korur. Bitkiyi zararlı haşerelerden koruyan yapılar toprağı da koruyuverir. Doğaya yararlı kimyasallar yayar. Ömrü bitip solduğunda ise toprağa gübre olup zenginleştirir. Evet evet sadece kilerdeki birkaç fasulye, nohuttan bahsediyoruz!
Belki elde avuçta bir çam tohumu bulmak zor olacaktır. Peki ya parklarda bahçelerdeki söğüt, akasya, manolya, çınar ve çam ağaçlarının sonbaharda toprağa düşen tohumları. Bu tür ağaçlar yılda binlerce tohum verir. Ve bunlardan yalnızca birkaçı ağaca dönüşür. Bir avuç tohumu elimize alıp bitki örtüsünün oldukça zayıf olduğu yerlere serpmek elimizdeki kıymetlerdendir. Özellikle şehirlerarası yoldaki açta açıkta kalan topraklara can yoldaşı olurlar. Bu işlemi ekosistem içerisindeki her unsur kendi misyonuyla yerine getiriyor olsa da bizim de bu işleme katılmamız doğanın kendi döngüsüne ortak olmamızı sağlayacak ve görev ya da vicdanı rahatlatmak adına yaptığımız davranış meleke halini alacak bir sorumluluğa dönüşecektir.
Gelgelelim her gün soframızda bizimle olan bostana. Yediğimiz bir domatesin çekirdeğini kurutarak, filizlenmiş patatesin kabuğunu, limonun çekirdeğini saklayıp ekerek, havucun yeşil yapraklı başını toprakla buluşturup can suyunu vererek küçük bir bostanı kurmuş olduk demektir.
Bir kayın ağacının gövdesi ölümünden sonra bir akarsu yatağına düştüğünde bir baraj görevi görerek sert akıntılara dayanıklı olmayan türlerin yetişmesine öncü olur.
Ağaçlar 20 tona yakın karbondioksiti bünyelerinde barındırabilirler. Şiddetli düşen yağmur damlalarını yavaşlatarak damlanın toprak yüzeyinden dışarı yayılmasını önleyip içerisine nüfus etmesini sağlar. Böylelikle koca bir kainat su deposunun oluşumunda görev alır.
Öldükten sonra kuruyan ağaç kalıntıları toprağa düşer, yağmur ise her bir parçayı yavaş yavaş toprağın içine iter. Yıllar geçtikçe humus formuna giren bu organik kalıntılar uzak gelecekte antrasit, taş kömürü ve belki de petrolün öncüsü olabilir.
Ve daha uzun uzun anlatacağımız bu hallere bakacak olursak etrafımızdaki ağaçların ve evimizdeki bitkilerin tohumlarını gördükçe elimizdeki son fidana kadar hemen bir toprak bulup ekme isteği ve gücü artsın içimizde.
Ne de olsa insan toprağa, toprak insana zimmetli.
Eline sağlık bir çok yönüyle ele almışsın sıkmadan bilgi dolu ve akıcı bir şekilde anlatmışsın sağol.