İstanbul Boğazı, günümüzde gökdelenlerin, betonların, bina kalabalığının gölgesinde kalsa da güzelliği olağanüstüdür. İstanbul’u ilk gördüğünüzde duyduğunuz hayranlık hissi, boğazı her geçtiğinizde kendini hatırlatır. Bu şehre eğer deniz yoluyla gelirseniz, bulunduğunuz gemi, sizi yeni açılan Galata Port Limanı’na getirecektir. Kıyıya adım attığınızda göğe uzanan minareler, kubbeler, ihtişamlı saraylar, uzaktaki köprü ve yalılar bir saltanat payitahtına vardığınızı kulağınıza fısıldar. Limandaki modern binaları, düzenli ve bakımlı dükkanları geçip meydana çıktığınızda, tarihi bir saat kulesi ve sırçadan yapılmış gibi duran zarif bir selâtin camiyle karşılaşırsınız.
Burası, Nusretiye Camii ve Tophane Saat Kulesi’nin bulunduğu Tophane Meydanı’dır. İstanbul gezinize bu tarihi camii ile başlayın isterseniz.
Nusretiye Camii İstanbul’da Suriçi sınırları dışında inşa edilen ilk mabetlerden ve yapıldığı dönemin en büyük camilerinden biri. Hikâyesi büyük bir yangınla başlıyor. 1823 yılında Firuzağa semtinde başlayan büyük yangında Tophane semtindeki ahşap köşkler, kasırlar, kışla ile beraber III. Selim’in yaptırdığı Tophane Camii de kül olmuş. Bunun üzerine Sultan II. Mahmud yeni evler, köşkler ve askerî binalarla beraber saltanatın gücünü aksettirecek yeni bir caminin de inşası talimatını vermiş.
İnşasına 1823’ün Haziran ayında başlanan caminin mimarı, İstanbul’u süsleyen pek çok eserde ismi bulunan bir aileye mensup Kirkor Amira Balyan. İmparatorluk tarzı diyebileceğimiz barok ve rokoko karışımı bir tarzda, bütün maharetini göstererek, kesme taş ve mermerden yapmış Mimar Balyan bu nadide eseri. Bu sayede caminin dışındaki ihtişam içeride de devam etmiş ve o zamana kadar pek görülmeyen mimarî usûller uygulanmış.
Son cemaat yerinin iki yanında bulunan ince, yivli ve uzun minarelerdeki şerefelerin yeni açılan gülü, kubbeyi taşıyan destek kulelerinin goncayı hatırlatacak şekilde tasarlanması, eserin güzelliğine şiirsel bir etki katmış. Cami içerisindeki hat yazıları hattat Mustafa Râkım, Mehmed Hâşim ve Recâi Şâkir Efendilerin eserleri. Kubbeyi çevreleyen kuşaktaki Nebe Sûresi Mustafa Râkım Efendi tarafından yazılmış.
Neticede üç sene gibi kısa bir zaman içinde, Boğaz’ın Haliç’le birleştiği sahilde, iç tezyinâtı ve dış zarafetiyle muazzam bir eser ortaya çıkmış.
Bânisi Sultan II. Mahmut camiye kendi adını değil, Yeniçeri Ocağının kaldırılmasına ithafen zafer manasında Nusretiye ismini vermiş. Kitâbesinde Câmi-i Nusret diye kaydedilmiş olsa da burası halk arasında daha çok Tophane Camii olarak tanınmakta.
Ramazanın ilk Cuma’sına denk gelen 8 Nisan 1826’daki açılışa padişah saltanat kayığıyla gelmiş. Hünkâr mahfiline çıkan kapının üzerinde şu ayet-i kerime yazılıdır.
“وَقُلْ رَبِّ اَنْزِلْنٖي مُنْزَلاً مُبَارَكاً وَاَنْتَ خَيْرُ الْمُنْزِلٖينَ”
“Rabbi enzilnî münzelen mübâreken ve ente hayrul münzilîn”
Ayet-i kerime mealen şöyledir:
“Yine de ki: “Rabbim! Beni bereketli bir yere indir; en uygun şekilde indirip yerleştiren sensin.” (Mü’minûn, 23/29)
Hz. Nuh’a gemiye bindiklerinde ve inecekleri esnada nasıl dua edeceğini öğreten bu ayet denizden camiye teşrif eden sultana hatırlatılır. Çünkü her şey ancak Allah Teâlâ’nın muradı, izni, lütfu ve keremiyle gerçekleşir. Bütün iyiliklerin, kurtuluş ve başarının kaynağı O’dur.
Yorumlar