Bir yolun etrafında evler, ocaklar, bahçeler sıralanır. Altlı üstlü katların her birinden bir kalp çarpıntısı duyarsınız elbette nefesinizi tutup sesleri dinlemeye koyulduğunuzda. Bu sesler bir evin, bir sokağın, bir mahallenin, bir şehrin, bir ülkenin sesidir. İçerisinde türlü güzelliği, iyiliği, yakınlığı, uzaklığı ve belki kötülüğü, nefreti barındırır. Hepsi pek tabii mümkündür. Çünkü insanız, insana dair hiçbir şey yabancımız değildir.
Uzaklığı ve yakınlığı geçtiğimiz aylarda konu edinince daha temel bir konuya eğilmiş bulduk kendimizi, bu ay konumuz insan. İnsanı anlatmak işin lafazanlığı esasında; çünkü insanı anlamak bizler için henüz gerçekleşebilen bir kavrayış halini almadı. Dolayısıyla belki de ne anlatsak eksik ve yarım kalacak. Meselenin bu yönünü görerek ve buna rağmen cüret ederek bismillah demeye niyetlendik. Duyduklarımız, okuduklarımız, yaşadıklarımız en azından bize bir fikir verir düşüncesi cebimizde.
İnsan ünsiyet kurmak kelimesinden gelir demeyeceğim ya da en güzel surette yaratılan ve yaptıklarından sorumlu olan da. Dolandırmadan şöyle diyelim, “İnsan: Bizden olan şey”; akledebilen, anlayabilen, seven, sevmeyen, kendi olmayan şeyleri kendine göre konumlandırabilen varlık. Bu ileri kabiliyete ve üstün yaratılışa mukabil kendi hakkında tam ve nihai bir bilgiye sahip olmayışıyla eksik ve noksan. Bir Arap atasözü şöyleymiş, ez-zâidu ke’n-noksân/fazlalık da eksiklik gibidir. İnsanın bu mükemmel kabiliyeti ve kendini anlamaya yetmeyen yönü. Tamlığı ve eksikliği yani iki zıtlığı aynı kabın içine doldurmuşlar sanki.
İşin garibi ne biliyor musunuz? Biliyorsunuz tabi, bu tamlık ya da eksiklik biz gibi biricik ve yine bizim kendi türümüz içinde biçilen değer yargılarıyla ölçülebiliyor. Görünmeyen insanlık bir de “insanca” tartılabiliyor. Peki biz insanlığımızı nasıl tartalım?
Eskiler insanın kıymetini derdi belirler, dermiş. Ne hoş dediler değil mi? Bir söz ki insanı sevdikleri, sevmedikleri, sahiplenmeleri ve aidiyeti üzerinden paylayıp tartabiliyor. Bizim de insanı anlamakta tutunacağımız dal belki budur. Bu ay sokakta yürürken göreceğiz.
Biliyorsunuz bir süredir yangınların, sellerin, rüzgarın ve türlü zor durumların içerisinden geçiyoruz. Her birimiz de bir diğerine yardım için seferber oluyor, kol kanat geriyoruz. Birbirimize bâr/yük değil yâr/yardımcı olmaya çalışıyoruz. Bizi bunları yapmaya iten şey insaniyet duygusudur. Çünkü insan hakikati itibarıyla kendi zaaf ve düşkünlüklerinin ötesine geçmek için yaratılmış varlıktır. Yalnız kendi rahat ve afiyetini düşünmek insanı kendisine atfedilen kıymetten düşürür.
Yani demem o ki insanın mayası onu toplum içerisinde kendini anlamlı kılmaya yöneliktir. Medeni bir varlıktır. Yaşadığı yerdekiler ile uyumu ve onları riayeti/gözetmesi insanı kendi anlamını bireysel zaaflarına yenik düşmeden toplumla yüceltme noktasına taşır. İçinde bulunduğu çokluk büyük resimde kendini tekliğe ulaştırır. Çünkü bireylerin bir araya gelmesiyle oluşan bütün sahip olduğu hal ve duygu yüküyle bir ortaklığı, geçişkenliği ve birliği beraberinde getirir. Bu birliğin niteliği ise kişinin aidiyet hissini yönlendirdiği ahlaki duyguların kökenleriyle kendisinde karşılık bulur.
Bu ay hem insana dair bir hafıza yoklaması hem de insaniyete ilişik yönlerimizde tutunduğumuz dallar, uğradığımız yerler, geçtiğimiz yollar ve bulunduğumuz durağa dair yazılar yazıp okuyacağız. Geçtiğimiz ayın son haftasında yayın hayatına başlayan Bizim İnsanımız Güzeldir başlığımız bu yurdun yetiştirdiği insanların hayatlarına dair kısa bir ânı bizlerin nazarlarına sunmaya; Medeniyet Şehirleri bizi Kudüs’ten, Şam’dan, Hatay’dan, Diyarbakır’dan haberdar kılmaya devam edecek. Yine okuyacağız Mevlid’den, bir sahabinin hayatından, bir veliden, bir deliden, bir kitaptan, bir kumaştan, yaşamdan, zihinden, bir yazıdan, bir resimden, bir insandan insanı. Hepinizi bekleriz.
Sokak‘ta buluşalım.
🌹🌹 Çok güzel yazmış sın ağzına yüreğine sağlık canım hocam sana minnettarız 🏵🏵🏵
🌹🌹🌹🌹Tek kelime ile mükemmel olmuş canım Esra hocam🌹🌹🌹