Bir önceki yazımızda kaldığımız yeri anımsamak maksadı ile birkaç kelam ederek söze girizgâh yapalım. Hayat menzilimizde velev ki meylimizin adresi sanat alanında bir meşguliyet ise; doğası gereği, talim edildikçe insanın güzeli bulmasına vesile olacak bir yola revan olduğumuz varsayılır. Sanat, dünya meşgalesi içinde insanı, kendi benliğinden hareketle kendisindeki yaradılış güzelliğine ulaştıracak yolculuğa kapı açar, eşik olur demiştik.
Sanat üretmek üzere çıkılan yol, aslen insanın benliğinden “özgürleşme” yoludur. İstikamet ise O’ndan bakabilmektir âleme. Hak’tan görebilmek, O’ndan gördüğünü halka, benlik gölgesiyle lekelemeden gösterebilmek marifetine mazhar olmak…
Hakikatin güzelliğine bu âlemde ayna olabilme gayesini, bilerek ya da bilmeyerek kendisine hedef seçen kişidir sanat yolcusu. Kendisi ile samimi hatta daha isabetli bir ifade ile ihlaslı bir tutumla yüzleşmeyi göze alması, kendisindeki özü keşfe cesaret etmesi gereği vardır bu yolculukta. Kendi içine doğru bakmayı ve görmeyi, perdelerini aralamayı, derin bir duyumsama ile karşılaşacağı her türlü iç malzemeyi kişiselleştirme tuzağına düşmeden, kendi nefsine mâl etmeden, kendinden özgürleştirerek vücut bulmalarına olanak sağlamalıdır. Vücuda gelip görünür olduklarında ise, ölüme de mahkûm olacakları gerçeğini göğüsleyerek, bu âlemin boyutlarında biçimlendirebilme yetisini geliştirmeyi öğrenmeye niyetli olmalıdır. Başka bir deyişle eteklerindeki taşları dökmeye ve sahile döktüğü bu taşların denizin köpüklü dalgalarına karışıp yitip gitmesine de gönüllü olarak göz yummaya niyetli olmalıdır sanat yolunu tutan yolcu.
Her doğan ölür mutlaka
Her ne şekilde olursa
Vücut bulup, teşekkül eden
Tüketir ömrünü er geç en sonunda
İçinde son nefesi saklı gelir her can
Her ölüm yeni bir doğumdur aslın(d)a
2014 yılında bendenize ilham olan bu dizeler, sanat olarak vücut bulanın da “bâki” olmadığını anlatmak istiyor. Bâki olanın sadece Allah (c.c.) olduğunun daima idrakinde olmalıdır sanatçı. İnsan ki ahsen-i takvim üzere yaratılmıştır. Allah’ın (c.c.) yaratmasında kendinden ruh üfleyerek hayat bahşettiği en yüce varlık, insandır1, o dahi ölümlüdür. Dolayısı ile insan, kendindeki acziyetin ve Allah’ın (c.c.) mutlak kudretinin idraki ile tevazu içinde hareket etmelidir bu yolda, bir tek an bu hakikatten gaflete düşmeden. Bu idrak, sanatçı için özellikle önemlidir. Meyli, niyeti ve emeği sonucu, Allah’ın nurunun teveccühü ile kendisindeki kuvveden hareketle vücuda gelen esere, ola ki o üflenmiş olan ruhun uyanışı ile bir koku vasıl olur, işte edep dairesi içinde bunun kendisinden değil, kendisine bahşedilmiş olan bir lutuftan olduğunun farkında olmalıdır. O doğuş anından itibaren ise bu eser artık şahsına zimmetli bir emanettir sanatçıya. Bu sebeple de hakiki manası ile sanat, yüksek mesuliyet taşıyan bir sahadır.
Bu idraki sağlamak için geçmişte hak yolunun arifleri, sanat alanına meyleden dervişlere kabiliyetlerine dair talim ve terbiye verirken, ortaya çıkan işlere isim nakşettirmezler, ancak belli bir olgunluk kazandıkları vakit, kendilerine verilen mahlasları ile eserleri irtibatlandırırlar imiş. Böylece yola baş vermiş evlatları, bu ağır mesuliyetten muhafaza etmek suretiyle onları ancak bu sorumluluğun altına girecek idrake ulaşıp, “ben yaptım” demekten edep edecek kıvama ulaştıklarında eserlerini ortaya çıkarmalarına, mahlas kullanmak kaydı ile, müsaade edilirmiş.
O kişi ki, kendindeki benlikten geçmeden, hakiki güzelliğin nurunun o benlik perdesinden bir katre dahi süzülemeyeceğini bilmelidir. Nefsinden seyreyleyeceği o çok başlı ejderhalarla mücadeleyi, ateş kuyularının üzerinden geçmeyi göze almadan, yanıp kül olmadan doğmaz Zümrüdüanka, uçup da göstermez güzelliğini aynadaki aksinde. (Burada Mesnevi‘deki Rumi ve Çinli ressamların kıssasını tefekkür etmekte fayda olduğunu da not düşelim. Gelecek yazılarımızda daha detaylı üzerinde konuşmak üzere de kendimiz için bir hatırlatma vesilesi olsun.)
Bu yol tuzaklı bir yoldur; iki nihayeti vardır; ya yolun asli amacını idrak eder ve buna vasıl olma niyetiyle teslim olup içinizdeki aynayı parlatır, oradan hakikatin aslî güzelliğinin yansımasına vesile olursunuz ya da Allah muhafaza iltifat ile beslenen kibir gözünüzü boyar da sizden doğanı kendinizden bilmenin vehmi ile aynanız dünya cilasıyla iyice kararır, oradan sadece büyüyen nefsinizin gölgesi zahir olur ve sizi büyük bir hesaba mahkûm eder.
Kelam buralara varınca, bir sohbeti hatırladı gönül, bir çakıl taşı çıktı yine önümüze. Kıymetli sanatçı; Tosun Bayrak ile Milli Reasürans Sanat Galerisi’nde 2016 yılında gerçekleşen sergisi öncesi yaptığımız bir sohbetlerinde anlattıklarını anımsıyorum, vefatından bir iki sene evveldi, 91 yaşındaydı ve ömrünün büyük kısmını sanat alanına vakfetmiş, deneyimli bir insandı:
“Evladım, en kötü hastalık kanser ya da verem değil. En büyük tehlike harp değil, atom bombası değil. İnsanın başına gelen en korkunç belâ, kibirdir.” Sonra da sohbetin devamında anlatmıştı: “Sanat mevzuu pek tehlikeli bir yoldur. Biz, bir vakitler hayli meşhuruz, dünyanın en mühim salonlarında, galerilerinde sergiler açıyoruz, üniversitede hocayız, kendimizi iyice önemli sanıyoruz. Neyse yine böyle bir sergide, izleyiciler geliyor, iltifatlar, efendim, bir beğenmeler, bir tezahüratlar. Bir de güzelce bir hanımefendi geldi yanımıza. Biz iyice mesut olmuşuz, bize beğenilerini belirtiyor, şöyle şahane imiş eserler, böyle müthişmiş, aman efendim nasıl yapıyormuşuz bunları derken iyice uçmaya kaçmaya başladık. Birden bir sarsıldım, Tosun dedim kendine gel, ne oluyorsun, nedir bu, “sen bana hayran, ben duvara tırman”, bu iş iyiye gitmiyor, senin nefsin devleşiyor, besleniyor. Aman deyim, hiç kahramanlığa kalkışma, başa çıkamazsın. O gün karar verdik ve sanattan elimizi ayağımızı çektik. Sanat, insanın nefsine tuzak kuran çok meşakkatli bir uğraştır, çok dikkatli olmak gerektir…”derdi. Ama sanatla ilgili sohbetlerde hep aynı sözlerle muhabbeti noktalardı: “Daima, tasavvuf ilminden, dinî ilimlerden sonra en mühim meşguliyetin sanat olduğuna inandım.” Sanatın, yaptığını kendinden bildiğin, ürettiğin eserlerde iddian olduğu bir hâl üzere gittiğin vakit tehlikesi olduğunu, uyanık isen, tevazu ile ve idrak ile meşgul olabiliyorsan da yol aldıracak bir meşgale olduğunu da eklerdi. Allah (c.c.) rahmet eylesin…
Bilcümle, sanat yolculuğuna talip olmak bir çeşit meydan okumadır. Kendi nefsimize karşı bir başkaldırı, hatta bir ser verme gözü karalığıdır. Ancak ayağın kayıp da kör kuyulara ipsiz yuvarlanma tehlikesine de gebedir bu cesaret.
Bu sebeple, önümüzdeki vakitlerde sanat alanına daha yakından bakmak üzere sözü burada tamamlarken, Allah’a (c.c.), cümlemizi gizli ve aşikâr her türlü kibir belâsından ve nefsimizden gafletten muhafaza etmesini niyaz edelim, her daim doğru yol üzerinde sabit olmayı nasip etsin inşallah…
1 (Secde, 32/9)
Cok tesekkurederiz. Takdir edemesekte istifade ettik insaAllah.
Demek ki ; Aklımızın, gel git dalgaları,
ruhumuzn coşku ve hüzünleri, fırçamızdan renk renk akarken, tevazu ve acziyet sarmalında yokluğa karışıp HİÇ olmalı.
Vebalden ve kibirden arınmış bir güzellikle.,