Eyüp semtinde Haliç Köprüsünü geçip sağa kıvrıldığınızda Ayvansaray surlarının önünde bulursunuz kendinizi. Az sonra Feshane bütün görkemiyle karşınıza çıkar. Sola doğru baktığınızda Feshane’nin tam karşısında küçük ve mütevâzi bir cami vardır. Bu cami Defterdar Nazlı Mahmud Efendi Camii’dir.
Nazlı Mahmud Efendi hem hattat, hem de defterdardır. Ve bir cami yaptırma arzusu içindedir. Bunun için de İstanbul’da hususi bir öneme sahip olan Eyüp semtini seçer. Eyüp Camii civarında Ebussuud Efendi’nin Darü’l-Kurrâ’sından, Sokullu’nun Medresesi’ne, Saçlı Abdülkadir Efendi’nin Tekke’sinden, Zal Mahmud Paşa’nın Çift Medreseli Cami’sine kadar herkesin eseri mevcuttur. Bu sanatkâr defterdarımız da böyle bir esere imza atmak, kendisi fâni olsa da bu dünyada Allah rızası için insanlığın faydasına hoş bir seda bırakmak ister. Mekan belirlenmiştir, Eyüp semtinde inşa edilecektir camisi. 1542 yılında inşa edilen caminin mimarı Mimar Sinan’dır.
Cami tek minareli olacaktır. Çünkü iki minareli olması için camiyi yaptıran kişinin hanedan ailesine mensup olması gereklidir ki bu tür camilere de “selatin camisi” adı verilir. Osmanlı döneminde kişi sadrazam ya da defterdar olsa bile ikinci minareye izin verilmemektedir. O günlerde camiler kubbeli ya da çatılı olarak inşa edilmekteydi. Nazlı Mahmud Efendi de çatılı bir cami yaptırmak arzusundadır. Hem mütevazi bir cami olsun istemiş, hem de Eyüp Camisi yanında, Eyüp Sultan Hazretlerine karşı herkes haddini bilmelidir diye düşünmüş ve küçük bir cami yaptırmaya karar vermiştir. Vefat ettiği zaman kendi inşa ettirdiği caminin kıble duvarının önüne defnedilmek istediği için kendi türbesi de burada bulunmaktadır.
Nazlı Mahmud Efendi Camii’nin minaresi oldukça dikkat çekicidir. Bir rivayete göre Nazlı Mahmud Efendi, “Hem hattat hem de defterdarım. Elimden ne kamış kalem ne de kağıt düşmüyor; sözün en güzelini, en özel şekilde yazma sanatı ile meşgulüm. O halde bunu insanlara anlatmanın bir yolunu düşünmek gerek” diyor; eh, sonuç olarak da caminin minaresinin en tepesine altından yapılmış bir hokka ve divit konduruluyor. Böylece diğer camilerden farklı olarak Defterdar Camii’nin aleminde hilal yerine hokka ve divit bulunmasının sebeb-i hikmeti budur, deniliyor.
Bir diğer rivayete göre ise dönemin defterdarı Nazlı Mahmut Efendi’nin hakkında haram yediğine dair söylentiler çıkar. Defterdar Nazlı Mahmut Efendi eline bir hokka ve divit alarak halkı toplar, “Benim haram yediğim söyleniyor. Eğer haram yediysem bu hokka ve divit yere düşer; yemediysem minarenin tepesine yapışır” der ve attığı hokka ile divit minarenin tepesine yapışıverir. Hangi rivayet doğrudur bilinmez fakat caminin mimarının Mimar Sinan olması; mimari eserlerinde verdiği mesajlar ve tabiiki Osmanlı sanatının inceliği de göz önünde bulundurulduğunda bu durumun camiyi inşa ettiren kişiyi daha iyi sembolize etmek için yapıldığı düşünülebilir.
Hokka ve divit uzun yıllar caminin minaresinde kalır. Ancak 1997 yılında çıkan bir fırtınada ikisi de yerinden kopup düşmüştür. On yıl hokka ve divitsiz kalan minarenin durumu, 2008 yılında gerçekleşen Eyüp Sempozyumu’nda katılımcılar tarafından yeniden gündeme getirilmiştir. Bunun üzerine sempozyumdan bir yıl sonra hokka ve divitin aynısı tekrar yaptırılarak yerine yerleştirilmiştir. Ayvansaray’daki İvaz Efendi Cami’sinden Zal Mahmud Paşa’ya doğru temâşa ederken mütevâzi bir cami göreceksiniz. Bu Nazlı Mahmud Efendi Cami’sidir. Caminin minaresine bakın. Gözlerinizi kamaştıracak olan minaredeki hokka ve diviti mutlaka görün. Osmanlı sanatının inceliklerine hayran kalacaksınız.
İnşallah nasip olur da Ebû Eyyûb el Ensârî hazretlerini yine ziyarete giderim, Nazlı Mahmut Paşa Camîini de ziyaret ederim..hokka ve divite bakacağım inşallah 😊
Ziyaret etmek nasib olsun.