“Herkes bir ömür cennetin anahtarını aradı. Bir hazine ya da bir kimya, iksir…
Bu hazineyi hayal edenler bu hayal ile hazineyi kaçırıyorlar…
İnsanların arayıp durduğu bu kimya aşktır, gerisi çer-çöptür…
Eğer okuduklarınız bizimkiyle aynıysa, yırtıp atın kitaplarınızı.
Çünkü, aşk ilmi hiçbir kitapta yazmaz!”
Yönetmenliğini Homayaun Assadian’ın yaptığı 2011 yapımı İran filmi olan “Altın ve Bakır” medrese eğitimine Tahran’da devam etmek isteyen Seyyid Rıza’nın, eşi Zehra Sadat, çocukları Emir Ali ve Atife ile Nişabur’dan Tahran’a taşınması ile başlıyor. Seyyid Rıza ve ailesi burada Azam ve down sendromlu kızı Ayda ile aynı avluyu paylaştıkları bir eve yerleşiyorlar.
Seyyid Rıza tam manasıyla kendini ilme adamış bir talebe, eşi Zehra ise her şeye yetişmeye gayret eden, evin bütçesine katkıda bulunmak için Seyyid Rıza ile halı dokuyan, fedakâr ve becerikli bir eş ve annedir. Zehra bize film boyunca evliliğin de tıpkı bir halı gibi ilmek ilmek dokunduğunu, sabır ve emeğin gerektiğini, naif bir biçimde gösterir.
Tahran’daki hayatları henüz yeni başlamışken Zehra’da bir hastalık zuhur eder ve çiftin hayatlarında yeni bir dönem başlar. El ve ayaklarında uyuşmalar olan ve zaman zaman gözleri çift görmeye başlayan Zehra bir gece aniden bayılır. Soluğu hastahanede alırlar. Seyyid Rıza oldukça endişelidir. Yapılan tetkikler sonucu Zehra’nın MS hastası olduğu öğrenilir. Seyyid Rıza doktoru şaşkınlıkla dinlerken kendisini “bundan sonra ne olacak?” korkusu sarar.
Zehra’nın hastaneden eve dönmesiyle zor günler başlar. Zehra artık hiçbir iş yapamayan, kendi tabiri ile çocuklarının sevdiği makarnayı bile pişiremeyen, kendi ihtiyacını gideremeyen birisi olmuştur. Diğer taraftan da eline kitaptan başka bir şey almayan Seyyid Rıza bu süreçte evin bütün sorumluluğunu üstlenmiş, çok sevdiği derslerinden uzak kalmaya başlamıştır.
Sorumluluklarını yerine getirmenin yanı sıra medreseye de gitmeyi sürdürmek isteyen Seyyid Rıza bir gün oğlu Ali’yi bırakacak kimse olmadığı için onu da yanına alarak derse gider. Ali ile birlikte içeri giremese de kapının eşiğinden dinlediği dersten önemli şeyler öğrenir:
“Sanmayın ki, önce bilgi biriktirip sonra amel etmeliyiz. Eğer ağır olursanız artık yürüyemezsiniz. İlim üstüne ilim biriktirmek, karanlık üstüne karanlık… Amel olmadıkça ne fayda? Daha fazla ilim biriktirmek yerine daha fazla amel edin.”
Filmde hastalıkla hayatlarının akışı değişen Seyyid Rıza ve Zehra’nın bu hayatı kabullenme, anlama ve buna göre vaziyet alma süreçleri eşliğinde aşk, ahlak, varlığını anlamlandırma konuları işlenmektedir.
Aile olabilmenin, mutluluk ve huzur arayışının, bilginin ve sevginin anlamını modern düşüncenin dayatmalarının ötesine taşıyan, anlam arayışlarımıza dair de bizlere fikir önerileri sunan bir film Tala ve Mes. Filmde toplumun kabulleri ölçüsünde ailesine karşı zaman zaman tavır alan Atıfe ile down sendromlu Ayda karakteri de dikkat çekicidir. Toplumun bir kesiminde yobazlık, eksiklik ve zayıflık gibi şekillerde de karşılık bulan “dincilik” ve yürüyememe gibi engellere verilen tepkiler Atıfe karakteri üzerinden anlatılırken, sevgi karşısında oluşan güven ve samimiyet Ayda karakteri ile izleyiciye yansıtılmıştır.
Homayaun Assadian toplumun çoğu kesiminde kadın ve erkeğe biçilen görevlerin de sadece zihnî kabullerden öteye gitmediğini bu filmi ile vurgular. Sevginin ve anlayışın çiftleri kuşatırken temelde Allah’a olan muhabbetin ve rıza-i ilâhîyi kazanmak düşüncesinin de insanların davranışları üzerindeki etkisini ele alan bu filmi keyifle izleyeceğinizi umarız.
Çok güzel anlatmışsınız. Çoğu zaman kendimizi, ilim öğrenecegiz zannıyla yırtındığımız zamanlarda, hayatı ıskalayarak kaybediyoruz.
Tez vakitte izleriz inşallah.
🌹
Filmi izlememiştim. Yazınızdan sonra izlemeye karar verdim.
🌹
Hem derin hem yalın şekilde ifade etmişsiniz meramınızı, kaleminize ve yüreğinize sağlık.
İzleyeceğim inşallah 😊
Hocam söylesene spoiler vercem diye:D şimdi bir an önce filmi izleyip yazının devamını okumalıyım🏃♀️🏃♀️
filmi izledim çok güzeldi… Böyle bilmediğimiz filmlerle buluşturun bizi yine