Bir varmış bir yokmuş. Yüce Allah bu âlemi safha safha yoktan var etmiş. İlk insan Hz. Âdem’i, onun sol kaburga kemiğinden ise Hz. Havva’yı yaratmış. Bu ikisinden de insan neslini çoğaltmış. İnsan, eşref-i mahluk (yaratılanların en şereflisi) buyrulan zat-ı muhterem. İnsan, nevi şahsına münhasır, başlı başına küçük bir âlem. İnsan, nice sırlar barındıran, hâlâ tam olarak çözülemeyen bir muamma. İnsan, yin yang da denilen iyi ile kötüyü, ruhla nefsi bir arada barındıran çift kanatlı bir canlı.
İnsan ki kiminde kötülüğü emreden kanat da diyebileceğimiz yin/nefis baskın olurken kiminde daima cehdeden iyi kanat yang/ruh baskın oluvermiş. Diğer bir deyişle dünya var olduğu müddetçe isim değiştirerek Musa ile Firavun hep var olagelmiş. Kimi Musalığı seçmiş, kimi Firavunluğu, kimi ise Hz. Pir Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin de Mesnevî-i Manevî’sinde buyurduğu gibi kendi içinde çatışmaya girerek kah Musalaşmış kah Firavunlaşmış:
Her zeman der sîne nev‘î ser küned
Gâh dîv û geh melek geh dâm u ded
Gönülde her daim şeytanlık, meleklik, hile hurda, vahşilik gibi çeşitlilik (iyi kötü sıfatlar) baş gösterir.
Velhasıl Musalar gibi Firavunlar da her daim baş gösterir olmuş. Hayalin derinliklerinde sahnede karanlıkla aydınlığın savaşı. Kılıçlar inip kalkarken zaman hızla akıp gitmekte, ömür tükenmekte kılıçların gölgesi altında. Tehlike çanları çalmakta! Tohumlar tehlikede, nesiller tehlikede. Her yandan kuşatılmış “Z kuşağı” diye de tabir edilen bir nesil varken ortada, kaygılanmamak ne mümkün! Sahi “Bir elimde cımbız, bir elimde ayna, umurumda mı dünya!” kafasıyla hareket ettiğimizde veya “Negatifler dışarı, pozitifler içeri” telkiniyle içimize pozitif tohumlar ektiğimizde, dışarısı güllük gülistanlık olur mu? İmanın üç mertebesinden hangi kategoriye girer bu?1
Elbette kaygılardan, evhamlardan kurtulmalı, pozitif olmalı lakin hangi mertebede kaygılardan kurtulduğun da önemli olsa gerek. Yolun başındaki vurdumduymazlık da denilen kaygısızlıkla, bitiş çizgisine yaklaşırken mutmain bir kalp ile kaygılardan arınmak bir olmasa gerek. Nasıl ki şairin şu sözünü, “Cennet cennet dedikleri üç beş huri/ İsteyene ver onları bana seni gerek seni” taklit ile söylemek anlamsızsa, Yunus ol da öyle söyle denilebiliyorsa söyleyene, kalbî tatmini yaşamadan ortaya çıkan kaygısızlık da makbul olmasa gerek. En iyisi orta yolu tutup “havf u recâ” yani korku ile ümit arasında elimizden geleni yapma niyeti ve gayretiyle Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’ne kulak verelim:
Hakk’ın olacak işler
Boştur gam u teşvişler2
Ol hikmetini işler
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler
1 Ebû Saîd (el-Hudrî) diyor ki: “Resûlullah’ı (s.a.s.) şöyle derken işittim: İçinizden biri bir kötülük görürse onu eliyle, buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin; buna da gücü yetmezse kalbiyle (ona karşı kin ve nefret beslesin). Bu ise imanın asgarî gereğidir.” (Müslim, “Îmân”, 78)
2 Teşviş: Zihni meşgul eden karışık kuruşuk şeyler.
Yorumlar