Ruhumun derinliklerinde bir hikâye saklı. Neresinden başlasam, nasıl anlatsam? Sözcükler kalemin ucunda düğümleniyor. Ama sen söyleyemediklerimi de bilensin değil mi?
Yüreğimde yıllardır taşıdığım bir yük var. Adını koyamadığım bir sızı… Bazen o kadar ağır geliyor ki, nefes alamıyorum. Bazen de sanki kayboluyorum; ne olduğumu, kim olduğumu unutuyorum. İçimdeki kaosta boğuluyorum. Bazen de içimde bir şeyler susup kalıyor.
Uzun zaman önce bir sarmaşık gibi sardı beni. Arzularımın pençesinde, kendime karşı acımasızca… Her yanımda süregelen bir boş vermişlik, terk edilmiş ruh hâli, bu tatminsizlik, bu günahkarlık, bu gurur, bu korkular… Bu yalan dünya… Ne kadar koşsam da ne kadar sığınsam da beni iyileştiremiyor. Ruhum terk edilmiş bir şehir gibi. Harap, sessiz ve gri… Arzularımın pençesinde savrulurken içimde kök salmış bir sarmaşık gibi büyüyen bu boş vermişlik, beni içten içe çürütüyor. Çürüdükçe biraz daha uzaklaşıyorum kendimden.
Ve kendimden uzaklaştıkça, uzaklaştırdım yakın olan her şeyi de aynı ölçüde. Tüm benliğimle itiraf ediyorum. Seni kendimden uzaklaştırdığımı sanırken, kendimi senden mahrum ettiğimi anlamadım. Ama bir yandan da içten içe biliyordum hep oralarda bir yerlerde olduğunu. O kadar çok yoruldum ki, artık ne gidecek ne de saklanacak yerim kalmadı. Neden, neden seni bunca özlerken, senden kaçarım? Neden seni her düşündüğümde, bu aciz yetersizliğimin çamuruna saplanırım?
Her yere kendimi taşımaktan yoruldum. Anlayamamaktan, anlatamamaktan, anlaşılamamaktan… Kaygılı, mağlup, sefil, içime bir pişmanlık seli gibi dolan/dolanan hatıraların pençesinde kıvranmaktan yoruldum. Bedenime hapsolmaktan ruhumu duymamaktan yoruldum. Katı yürekli bir insanın acımasızlığından, kendime bir dayanak aramaktan, çukurun dibindeki çamur gibi hissetmekten yoruldum… Ruhumun çalkalandığı nedensiz nefretten yoruldum.
Aynadaki yansıma… kimdi bu karşımdaki yabancı? Aynı anda hem tiksinti hem de bir yakınlık duymak mümkün mü? Bu aynadaki sadece seni değil kendini de düş kırıklığına uğratan bir düşkün, bir aciz, bir yitik yolcu… Günahların içinde debelenirken, kendiyle yüzleşmek ne kadar zordur bilirsin.
Bana ihtiyaç duyacağım her şeyi verdiğini biliyorum ama bu yol o kadar yorucu ki… Freni patlamış bir bisikletin üstünde, yokuş aşağı savruluyorum. Yine de duramıyorum. Kırıntılar bıraktım, yolu bulurum sandım. Ama şimdi anlıyorum: Ne kırıntılar ne de kuşlar, hepsi sendin. Her şey sendin. Ve hep sen vardın. Seni hep hissettim ama bugün daha derinden hissediyorum. Her nefesimde sen varsın, her gözyaşımda, her pişmanlığımda.
Şeytana uyup tir tir titreyen bütün günahkârlar gibi ruhum da sanki boş bir şehir… Sessiz, terk edilmiş, harabe… Ama yine de orada bir yerlerde, senin ışığını görüyorum. Islak bir köpek gibi silkinerek üzerimden bu karanlığı atmak istiyorum. Söyleyecek sözüm yok, sesim de çıkmıyor. Hoş, çıksaydı ne derdim, bilemiyorum. Her şeyin anlamını yitirdiği bu yerde, sadece hissetmek istiyorum artık: Yalnız olmadığımı. Kelimelerim tükendiğinde, kalbimde bir fısıltı yankılanıyor: “İnnallahe me’ana.”
Sen beni hep bekledin, biliyorum. Bunu kalbimin en derinlerinde hissediyorum. Ama benim, yüzüne bakacak cesaretim yok. O kadar beklettim ki seni… O kadar çok bekledin ki beni… Artık hiçbir sözüm yetmez bu mesafeyi kapatmaya. Her şeye rağmen, bir şey söylüyor kalbim: “Gel.” Heba olana dek haykırıyorum. “Gel de kalbimi yatıştır.”
Gecenin içindeyim ve şafağı bekliyorum. Gözyaşlarım, dökülemeyen kelimelerimin yerini alıyor. Bu gece şafağı beklerken, tüm kalbimle yalvarıyorum: Bana huzur ver. Kalbime senin huzurunu indir. Çamura saplanmış ruhumu temizle, ellerimi tut ve beni affet. Sadece hissetmek istiyorum: Yanımda olduğunu. Hiç olmadığın kadar yakın olduğunu.
Biliyorum, karanlık ne kadar koyu olursa olsun, toprak ne kadar kurak olursa olsun, o tohum çatlamayı bilir. Çünkü sen varsın. Sen, beni bu dipsiz kuyulardan çıkaracak güçsün. Ve yine biliyorum, derinlerde bir yerde hâlâ bir ışık var. Derinlerde bir yerde hâlâ bir ışık var. Işık hep vardı; ben ona sırtımı dönsem de, o hep bekledi. Şimdi, yüreğimdeki kırıntılar birer birer birleşiyor. Ve o ışık, bana sadece yolumu değil, kim olduğumu da hatırlatıyor. Umut işte bu: Kendi ışığıma uzanan yolda, senin varlığında kaybolup yeniden bulunmak.
Seni hatırladığım her an kalbimde bir kıvılcım oluyor. O kıvılcım büyüyecek, beni saran karanlığı yok edecek. Çünkü senin ışığın hiçbir zaman sönmez. Ve ben, ne kadar düşsem de her defasında o ışığa tutunarak ayağa kalkacağımı biliyorum.
SON
Yorumlar