2010 yılında vizyona girmiş çok önemli bir filmden bahsetmek istiyorum. Mr. Nobody. 2009 yılında Belçika, Kanada, Fransa, Almanya tarafından ortak yapılan “Bay Hiç Kimse” filmi, yapımında yer alan birden fazla ülke ile çok yönlü fikirleri ve soruları da bir araya getirmiş. Yönetmen Jaco Van Dormael, oyuncular ise Jared Leto, Diane Kuruger, Rhys Ifars ve Sarah Polley.
Filmin senaryosu yaşadığımız hayat üzerine düşünülmüş teorilerden psikolojik yaklaşımlara, varoluşsal sorunlardan muhtelif yaşam biçimlerine ve mevcut kader anlayışı sorgulamalarına kadar birçok konuyu içeriyor.
Filmin kahramanı Bay Nemo Hiç Kimse kendisi için tasarlanmış birden fazla hayat ihtimalini yaşarken, bu hayatlar üzerinden varoluş biçimlerini de bize sunuyor. Bu alternatif hayatları yaşarken, ölümsüz olma ihtimalinin yanı sıra ölüme mahkûm olma ihtimalini de ortaya koyuyor. Hatta Bay Nemo Hiç Kimse’ye bir hiç olma ihtimalini sorgulatmak, filmde bu hayatla ilgili anlam arama çabaları, ya da dramatik bir tabirle, çığlıkları işitme fırsatı sunuyor.
Bu filmi izlerken Bay Nemo’nun hiç kimse olduğundan emin olmamıza rağmen, biz de kendi kimliğimizi sorgulayabiliriz. Filmin başında verilen ilk mesaj, “Güvercin batıl inancı” olarak bilinen öğrenme psikolojisi yöntemi. Bu demek oluyor ki biz de gösterilen kuş gibi bu kutuya kapatıldık, artık özgür değiliz ve seçimlerimiz bize öğretilenlerle sınırlı. Bu sınırları aşamayacağımız gibi, bu duruma katlanılabilir bir itikat geliştirmek durumunda kalıyoruz. Bu sahne ile filme başlarken insan duygularını hiçe sayarak, uçma kabiliyeti olan bir kuşun uçamaması gibi, insanın özgür olma kabiliyeti olmasına rağmen özgür olamadığının vurgulanması, seyirciyi ümitsizliğe sürüklüyor. Sonrasında ise akla şu soruyu getiriyor: Peki irademiz nerede?
Aslında her birimizin sorunu da, tıpkı Bay Nemo Hiç Kimse gibi, ihtimal dahilinde alternatif hayatlar arasından seçim yaparak hayatı değiştirmek veya kim olmak istediğimizi ve sonunda da kim olduğumuzu bulmak. Alternatif hayatlardan birini seçerek ya da hiç seçim yapmayarak hiç kimse kalabilir miyiz, bir hiç olabilir miyiz? Filmde bu sorunun cevabı yok sadece bir dilek var sanki; keşke yok olsaydım! Belki de hepimiz bunu içimizden en az bir kez söylemişizdir hayatımızda.
Hiç var olmasaydık ne olurdu? Filmdeki gibi zaman geriye aksaydı bu dünya nasıl olurdu ya da böyle bir şey mümkün olur muydu? Bu cevapları arayan filmde kahramanımızın anne babasının ayrılması ile çeşitlenen hayat yolları ortaya çıkarılıyor. Anne veya babayla veya evlenerek yaşama alternatiflerinden doğan 3 ihtimali de kahramanımız yaşıyor. Birinde gerçek aşk, diğerinde duygusal açlığı psikolojik hastalığa dönüşen eşine merhamet duygusu. Hatta hayatının baharında kaybedilmiş bir eş. Bir diğerinde bütün bunların dışında güvenilir vefalı bir eşe tutunma isteği. Bütün bu hayatların yanında hepsi de ölümle sonuçlanan gelecekteki alternatif yaşamlar. Ya da ölümsüzlüğü bulan insanların, son ölümlü olan ve kendisinin kim olduğunu bilmeyen 118 yaşındaki Bay Nemo’yu ölüme mahkûm etmeleri. Ölümsüzlüğü seçebilmek herkes için mükemmel olurdu. Ama hücre yenilenmesi ve evcil domuzları ile mutlu olabilmek değil Bay Nemo için, hiç kimse için umut verici olmayacaktı. O yüzden ölümü yaşamayı isteyen kahramanımız zamanın geriye akmasıyla film senaryosuna göre bir hiç olmayı mı hak ediyordu? Ya da burada hepimiz için bir hiç olma korkusu mu vardı?
Sonsuz seçimler arasında bile hiç olma seçeneği gözükmüyor. Bay Hiç Kimse’ye ölümü bile yakıştıramayan yönetmen, seyircilerin Bay Nemo ile birlikte hiç olmasını nasıl bekliyor? Halbuki bu dünyada hiçlik tanımını yapamadığımız bir yerdeyiz. Çünkü her şeyin sürekli var edildiği bir yerde hiçliği deneyimleyemiyoruz. Çünkü her şey var ama hiçlik yok. Quantum fiziğine göre, anlık var edilme ve anlık yok olma ama ardından bir önceki halimizin aynı olmasa da çok benzer var edilişi arasında hiçlik söz konusu olamıyor. Her an bize fark ettirilmeden bir sonraki halimizle yeniden yaratılıyoruz. Sürekli ve yeniden bir sonraki yaratılışımız içinde var oluyoruz. Ne kelebek etkisi teorisi ne determinist ilişkisi içinde sıkışıp kalıyoruz ne yaratıcımızla olan bağımızın zarar görmesi, ne determinizm etkisinde üretilmiş kadercilik anlayışı içindeyiz. Kendimizi suçlamadan ve yargılamadan, tercihlerimizdeki niyetimizin sorumluluğunu kabul etmek zorundayız.
Çünkü bu kâinatta gördüğümüz her şey ve her zerre, sonradan var edildiği için kendi kendinin varlık sebebi olamaz. Hatta kendisi varlık sebebi olamayan, bir başka varlığın vücuda gelmesine ve yaratılmasına da dayanak olamaz. Kendisi var edilmeye muhtaç hiçbir varlık başka bir varlığı yaratamaz. Ayrıca var edilmiş olanların da yapamadığını, tabiat kanunu dediğimiz ilkeler hiç yapamaz. Yaratılış kanunları da yaratıcılarının emri dahilinde var ediliyor olan varlıklardır. Yani bir kelebek bir fırtınaya sebep olamaz. Biz de aynı şekilde zorunlu tercihler yapıyor değiliz. Bir kutuya kapatılmış kuşlar ise hiç değiliz. Hiç kimseler değiliz, hiç olmaya namzet de değiliz. Peki o zaman biz kimiz? Filmin yönetmeninin, bu hiçlik söylemleri, zorunlu yaşam alternatifleri ve mutlak ölümler arasında bile vicdanının ve kalbinin vazgeçemediği, duymaktan kendini alamadığı gerçek aşkla filminin tüm katmanlarını bağladığını ve kâinatın aşk üzerine kurulduğunu görüyoruz.
Her şeye gözümüzü kulağımızı kapatabiliriz ama kalbimizin aşkı duymasına engel olamayız.
Biz kimiz sorusuna dönecek olursak, sonsuz alternatifler arasında en mükemmel şekilde, şefkatle, merhametle ve hikmetle, her an yeniden yaratılıyor olan varlıklarız. Ayrıca aşkla ve şevkle yaratılmış, her şeyle bağ kurma lütfu verilmiş kısmetli varlıklarız. Bu bağın her farkına vardığımızda, sonsuz rahmetle ve şefkatle bize sunulan tercihlerin arasından, yine bize nakşedilen kalp ve vicdan gibi donanımlarla seçme özgürlüğüne sahibiz. Yanlışı doğru bilerek tercih etsek bile, niyetimiz yaratıcımızın rızası ise, bizi doğruda sabit tutacak olan rahmeti sonsuz olanla güvende olanlarız. Veya doğruyu tercih ediyorum diye seçim yaparsak, yani yaratıcımızın bizi doğruya yönlendirdiğini unutursak, bu kibirle yanlış yaptığımızı bize gösteren ile tövbeyi seçenleriz. Yanlış bir yolu bilmeyerek tercih etmek hata değildir. Hoşumuza gitmeyen sonuçlarla karşılaşmak da bunda bize öğretilenden ders alırsak iyidir. Bu yüzden bize kötü gibi gelenin yaratılması kötü değildir. Kötüyü bilerek tercih etmek kötüdür. Kötüde kalmakta ısrar etmeyenlerden olmalıyız.
Bir andan diğer bir ana mükemmel yaratılışı ile bu dünyanın üzerinde yolculuğumuza devam ederken, her yolcunun yolculuğunun da bir gün biteceği bildirilenlerdeniz. Mükemmel bir şekilde çocukluk, gençlik ve yaşlılıkla halden hale geçiriliriz. Sonsuz yaratışları ile kendisini bize bildirip sevdirenin ve de sonsuzluğuna şahit edenin bize verdiği ebedi yaşama arzusunun ve bunu vermeye muktedir olduğunun delilleri ile emin olanlardanız. Bizi ebedi var edeceği sözüne ve ruhumuzu sonsuz yaşama uygun yeni bir bedenle şereflendireceğine her yaratışında tekrar şahitlik edenlerdeniz. Bu güven ve emniyetle artık hiç değiliz, hiç kimseler değiliz ve bir hiç olmayanlardanız. Sonsuzluğa namzet çoğunluğuz. Bu dünyada neden varız ve nasıl var ediliyoruz, bilen ve farkında olan canlılarız. Diğer canlıları anlayan, kavrayan ve onların sessiz sözlerini ve zikirlerini dile getirebilen görevlileriz. Yeryüzünde halifeleriz. Bu dünyaya hapsolmayan ve her an yeniden yaratılan ve insan olma şerefine mazhar varlıklarız. Bizler hiç kimsenin olamayacağı kadar değerli ve çok kıymetliyiz. Sevgiliyiz. Hanımlar beyler, biz hiç kimse değiliz ve bir hiç de olmadık. Bay Hiç Kimse. Sen de artık hiç kimse değilsin. Filmin yönetmeni senin için her yolun sonunda aşkı bulduruyorsa, ümidini kaybetme.
Aşkla var edileceksin.
Yorumlar