Sizden Gelenler

Kalbimdeki Tını

0

Yazardı, neredeyse her konuda yazardı. Her gün en az üç sayfa yazıp yayınlanması için gönderirdi. Arta kalan zamanlarda, hali de kalırsa kendi hikayesini yazardı. Bir gün onun hikayesi kitaplaşacak, birçoklarının esin kaynağı olacaktı.

Bu sıralar ilhama takmıştı kafayı. Neydi bu ilham, yenir mi, içilir mi? Gelen bir şey mi, yoksa giden mi? Çalışarak mı oluşur, yoksa her an bizimle mi? akışımıza, duyuşumuza, dokunuşumuza sinen bir şey mi? Geldiğinde kapıyı çalar mı? Peki, evde yoksak bekler mi, yoksa çekip gider mi?

Kimi ona şans, kimi hediye, kimi geçici bir ışık, kimi beklenmedik bir an, kimisi de sonsuz bir hazine demiş. Çalışarak geleceğine inanan da olmuş, düşünmenin sonucu olduğunu savunan da. Sürekli bir çabanın ürünü ya da hazırlık gerektiren bir şey olduğunu söyleyenler de var. Kimine göre yakalanması gereken bir zıpzıp, kimine göre cesaret, içsel huzurun sonucu ya da uzaklaşınca bulunan bir hazine.

Bizimki ne kadar araştırsa o kadar kafası karışıyordu. Bu ilham denilen şey  herhalde ışık gibi bir şey olmalıydı. Böyle şimşek, yıldırım, kayan bir yıldız ya da tuhaf bir doğa olayı öncesi beliren ani bir parıltı gibi. Zihinde çakan bir aydınlanma. Evet, kafası iyice karışmıştı.

Ne olursa olsun bu ışığa ihtiyacı vardı, ihtiyaçtan da öte, ona susamıştı. Arıyordu fakat nerede bulacağını bilmiyordu.

Derken her baktığı yerde ilhamı aramaya başladı. Önce kendinde; duygularında, içsel karmaşasında, geçmişteki suçluluğunda, öfkesinde, kininde. Serbest bırakılmayı bekleyen eski gölgelerde, kapanmamış yaralarında, taşıdığı pişmanlıklarda, gizli umutlarında, sessiz çığlıklarında. Unutmaya çalıştıklarında, sakladığı arzularında, içine hapsettiği korkularında, susturduğu hayallerinde. Geçmişin yankılarında, geleceğin belirsizliğinde, korkuyla örttüğü gerçeklerinde. Derinlerde bir yerde parlamayı bekleyen ışığında, kalbindeki karanlık sızılarında ve o derinliklerde saklanan cevaplarda.

Ahh ışık, o ışık…

Sayısız kez gördüğüm çok basit bir şeyle başlayayım dedi kendi kendine. Ağaç, ağaç kabuğu, kabuktaki çatlaklar, boğumlar ya da adı her ne ise. Ne bileyim bir kasiyerin ödeme alırken tuşlara basış ritminde falan olabilir miydi bu ilham? Yaprakların hışırtısı, bir bukalemunun renk değiştirmeden hemen önceki anı, taze çekilmiş kahve kokusu, dokunduğun yüzeyin pürüzü. Görme engelli bir insanın görmezken gördüklerinde, bir kalemin kağıda değdiği ilk anda, yürürken ayağının takıldığı kaldırım taşında, ılık bir esintinin tenine dokunuşunda, unutulan bir melodinin hatırlanışında. Bir pencerenin buğusuna çizilen şekillerde, bir çay kaşığının bardağa çarpışında, bir telefon ekranında beliren bildirimde, bir zarfın yırtılmasında, bir musluğun hafif hafif damlamasında, duvar saatinin monoton tik takında. Ayakkabısının toprağa bıraktığı izde, gazete sayfasının katlanışında, belki metro turnikesinin “bip” sesinde, bir asansör kapısının kapanışında, bir sokak kedisinin çöp kutusunu karıştırmasında.

“Bir sokak kedisinin çöp kutusunu karıştırmasında!”

Ve gülümsemeye başladı.

Ahhh evet kesinlikle bir sokak kedisinin çöp kutusunu karıştırışı gibi. Bir sokak kedisinin çöp kutusunu karıştırışı gibi onun da hayatı karıştırmışlığı vardı. Zaten sabahtan beri yaptığı şey bir çöp kutusu karıştırmaktan farksız  mıydı? Belki, kendime artık sadece bakmayı bırakıp görmeyi seçmeliyim. Ben ilhamın bir parçasıyım! Bennn, ilhamın bir parçasıyım!

İlham her yerdeydi, her şeyin içinde, her nefeste vardı. İçine çektiği bir kokuda, kafasını çevirip baktığında, bir kahve fincanının tutacak yerinde, burnunun ucunda, camdaki minik su damlasının aşağı süzülüşünde, kirpiğinin kenarında, kulağının fısıltısında, tuttuğu elin sıcaklığında, anahtarın cebindeki ağırlığında, kahkahanın ardından gelen sessizlikte, pencere perdesinin kımıldayışında, dökülen ekmek kırıntılarında, bir kalemin kapağındaki ısırık izinde, saçındaki tokada, cebindeki buruşmuş kağıtta, klavye tuşlarının hafif tıkırtısında, hatta ve hatta ütülenmeyi bekleyen kıyafetlerin arasında.

İlham bir fark edişti. Tüm dünyanın sanki onun ritmiyle dans ettiğinin farkındalık anı, insana verilen ölümsüzlük hissi gibi bir şey. İlahi bir tınıydı ilham. Kalbe konan bir tını.

Biz Hiç Kimseler Değiliz

Önceki içerik

Yorumlar

Yorum Yaz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir