Aylardan Ramazan. Arefesinde kazan kazan hazırlanan şerbetler bakır şerbet güğümlerine dolduruluyor. Işıl ışıl mahyalarla neşelenmiş mahallelerin arasından “şerbet var şerbettt, buz gibi buzzz, 32 dişe birden keman çaldırıyorrr “ nidalarıyla şerbetçiler geçiyor. Dağılan cami cemaati, etrafta koşuşturan çocuklar bir bir doluşuyorlar şerbetçinin etrafına. Şerbetçinin omzunun üstünden güğümün aşağı doğru kıvrılan musluğundan mis gibi şerbetler dolduruluveriyor.
Ve böyle böyle uzun yıllar gelenek haline geliyor şerbet. Şerbetçi başı kendinden sonrakilere incelikleriyle anlatır, dilden dile köprü misali yıllara eşlik eder şerbet.
İlk ortaya çıkışının Türklerle olduğu bilinen şerbet, daha sonralarda İtalya’da sorbetto ismiyle moda olmuş ardından da Fransa’ya ve tüm Avrupa’ya çeşitli formlarıyla yayılmıştır. Şerbetler tarih boyu çok çeşitli hammaddelerle elde edilmiştir. Biz bugün bilhassa şifalı otların çiçekleri, meyveleri ve diğer kısımlarıyla yapılan şerbetlerden bahsedeceğiz.
Türk mutfağının karakteristik yapısının oturmasıyla ve zengin bitki örtüsüne sahip yerlerde bulunmasıyla şerbetler hep gözde olmuştur. Selçuklularda özellikle bal şerbeti ve ıtır kokulu şerbetler misafirlere ikram edilirmiş. Osmanlı döneminde ise saray mutfağının helvahane bölümü birçok ihtiyaç için kullanılmasının yanı sıra hem şerbet üretimi hem de bir eczahane olarak kullanılırmış. İçerisinde şerbet eczası olan çiçek kokulu bir eczahane.
Misafirlere şerbet ikram etmek misafire saygının ve önemli olduğunun bir göstergesi kabul edilmiş; mutluluğun ve kibarlığın sembolü olmuş.
Yine yüzyıllardır gelenek olduğu gibi yeni doğum yapmış annelere hediye olarak lohusa şerbeti gönderilir ki hem lohusanın sütü bereketli olsun hem de bu sayede bebeğin sağlığı için bir destek sağlanmış olsun.
Daha nerelerde kullanılmaz ki şerbetler… Kahvelerin yanına ikram edilir. Özellikle kuruyemişler ile birlikte metabolizmayı düzenler ve gün içerisinde sağlıklı bir öğün olarak tüketilir.
Gelin şerbethanelerde de yapılan birkaç şerbeti inceleyelim.
Gül şerbetinin birçok yapılma yöntemi vardır elbet. Bir tanesinden bahsedecek olursak; özellikle kuvvetli kokulu ve ince gül yaprakları bir miktar şeker ile bir tencerenin içerisinde iyice ovulur, üzerine limon suyu ve ılık su eklenerek iyice karıştırıldıktan sonra bir gece buzdolabında bekletilir. Daha sonra süzülerek şerbet hazır hale gelir. Bu karışıma karanfil, kakule ve birkaç tarçın kabuğu eklenmesi şerbetin hem tadının belirginleşmesinde hem de şifa etkisinin artmasında önemli rol oynar.
Gülün çiçeği de yaprağı da şerbeti de ayrı bir şifa. Çiçeklerinin suyu tıbbî olarak kuvvetli bir antiseptik olduğundan boğaz ağrısına iyi gelir. Kurutucu etkisi ile iltihâbî durumlarda sıkça kullanılır. Kaynatılarak elde edilen suyunun buharı dahi baş ağrısını teskin eder; giderir. Gülün ayrıca karaciğer ve mideyi temizleyici etkisi bulunur, hazmı kolaylaştırır.
Reyhan şerbeti, taze reyhan yaprakları ve şekerin ılık suyla buluşmasıyla şerbet hazırlanır. Ardından üzerine biraz limon suyu sıkmak reyhan içerisindeki etken maddelerin suya daha çok geçmesini sağlayacaktır. İçerisine atılan bir parça hibiskus, karanfil, yıldız anason ise hem rengini hem de şifasını destekleyecek malzemelerdir. Çok hızlı çürüyen bir yapıda olduğu için sıcak su kullanılmamalı ve kaynatılmamalıdır.
Reyhanın yeşilimsi mor renkli yapraklarından efsanevi renkte bir şerbet yapmak apaçık bir kimyadır. Sinir sistemi rahatsızlıklarında ve uykusuzlukta kullanılır. Hazımsızlık ve gaz giderici etkilidir. Baş dönmesi ve mide bulantısına da iyi geldiği bilinir. İbni Sînâ’nın belirttiğine göre, kalbi kuvvetlendirir, karaciğer ve göğüsteki iltihapları kurutucu etkisi bulunur.
Bir mola; Sizleri yormadan sözü burada yarılayıp haftaya devamıyla bir arada olalım isterim. Sağlıcakla kalın.
Yorumlar