XX. yüzyılın ortalarına kadar belki de hiçbirimizin duymadığı, toplumsal bir sağlık sorunu olarak dikkate alınmayan obezite; bugün bilim çevreleri tarafından XXI. yüzyılın en önemli halk sağlığı sorunu olarak nitelendiriliyor. Dünyada her yıl yaklaşık 3 milyon insan, fazla kilolu olma durumu ve obezite nedeniyle hayatını kaybediyor. Bugün önlenebilir ölümler arasında sigaradan sonra ikinci sırada yer alan obezite, dünya genelinde son 30 yılda çocuk ve ergen yaş grubundaki bireylerde de müthiş bir artış gösteriyor.
Obezite sadece yetişkinlerde değil, özellikle yüksek şeker ve doymuş yağ içeren endüstriyel gıda ürünlerinin yaygınlaşmasıyla çocuklarda da sağlığı tehdit eden unsurların başında gelmeye başlarken artık hayatımızda, “çocukluk çağı obezitesi” diye bir kavram da var. 1950’lerde yetişkinlerde bile düşük oranlarda rastlanan bu “obezite” hastalığını bugün “çocukluk çağı” hastalığına dönüştüren sizce ne olabilir?
En basit anlatımıyla vücuda alınan enerji miktarının harcanan enerjiden fazla olduğu durumlarda, vücutta yağ depolanması artmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü tarafından obezite “sağlığı bozacak ölçüde vücutta anormal ya da aşırı yağ birikmesi” olarak tanımlanmaktadır. Bu iki tanımı bir araya getirdiğimizde kısa ve net haliyle gereğinden fazla kalori aldığımız ve bu kaloriyi yakacak kadar hareket etmediğimiz için obez oluyoruz. Bu durum hem bizim hem de çocuklarımız için geçerli. Hatta çocukların bizimle eşit ölçüde aldıkları kaloriyi yakmak için bizden çok daha fazla efor sarf etmeleri gerekiyor.
Dünya Sağlık Örgütü’nün 2016’daki raporuna göre az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki çocukluk çağı obezitesindeki artış küresel çapta bir halk sağlığı sorunu olacağını gösteriyor. Dünya genelinde obezite prevalansı 1975 ile 2016 yılları arasında neredeyse üç kat artış gösteriyor. Son dönemde pandeminin etkisiyle dünyada obezite oranlarının – karantina ve hastalık koşulları sebebiyle daha da hareketsiz kalan bünyelerin sürekli olarak kalori alması sebebiyle- artış gösterdiği öngörülüyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün yaptığı araştırmalar 2016 yılı itibarıyla 18 yaş ve üstü 1,9 milyardan fazla insanın aşırı kilolu olduğunu ortaya koyuyor. Bunların da %39’unun yani yaklaşık 650 milyondan fazlasının obez olduğu belirtiliyor. Eurostat’ın ortaya koyduğu bir araştırmaya göre ülkelerin nüfusuna oranlandığında ise dünyada en çok obez bulunan ilk 2 ülke – çok ilginçtir ki – ABD ve Suudi Arabistan olarak sıralanıyor! Listede ayrıca özellikle kadınlarda yüksek kilo ve obezite oranıyla Güney Afrika dikkat çekiyor. Bu grafik kontrolsüz aşırı tüketimin endüstriyel ürün bazlı ucuz maliyetli beslenmenin de etkisiyle obezite oranlarına nasıl yansıdığını gösteriyor. Araştırmaya göre listede 5. sırada kendine yer bulan Türkiye erkeklerde ve kadınlarda Avrupa ortalamasının üzerindeki oranıyla dikkat çekiyor.
Çocuklarda obezite ise özellikle endüstriyel ürünlerin yaygınlaşmasıyla birlikte bir “bulaşıcı hastalık” gibi dünyanın dört bir yanını sarıyor. Bir yandan yüksek sofra şekeri içeren; glikoz şurubu ve glikoz-fruktoz şurubu gibi nişasta bazlı şekerlerin ağırlıklı olduğu şekerleme, çikolata ve meşrubatlar, diğer yandan palm yağı başta olmak üzere doymuş yağların yüksek oranda yer aldığı ürünler tüketildikçe, çocuklar ihtiyaç duyduklarından çok daha yüksek kaloriler alıyor, gittikçe artan hareketsizlik de buna eklenince obezite kaçınılmaz oluyor. Bugün dünya üzerinde “alarm verici düzeyde” olduğu kabul edilen çocukluk ve ergenlik dönemi obezitesinin dünyada olduğu gibi Türkiye’de de artan prevelansı sebebiyle mevzuatta çeşitli değişikliklere gidildi.
Buna göre ülkemizde Sağlık Bilim Kurulu tarafından 2015 yılında yayınlanan rapora göre “İlköğretim ve Ortaöğretim yaş grubundaki çocuklarda enerji yoğunluğu yüksek atıştırmalıkların ve içeceklerin, hızlı-hazır besinlerin tüketim sıklığı ve miktarındaki artışın sağlıksız besin seçimi ve dengesiz beslenmeye bağlı hastalık ve risklerini arttırdığı belirtilmektedir.” ifadeleri yer alıyor. Buna göre raporda yetersiz ve dengesiz beslenmeye bağlı olarak ortaya çıkan şişmanlık, kemik/diş sağlığı bozuklukları, çeşitli vitamin ve mineral yetersizlikleri gibi rahatsızlıkların; yetişkinlik döneminde görülen kardiyovasküler hastalıklar, diyabet ve bazı kanser türleri gibi sağlık problemlerine zemin oluşturduğu belirtilmektedir. Aslında bu ve benzeri raporlar “Aman ne olacak, canı çekti yesin. Çocuktur, yakar!” mantığıyla alışkanlık haline getirilerek süreklilik arz eden tüketimlerin obeziteye bağlı olarak ne denli ciddi sonuçlar doğurabileceğini göstermektedir. Bu rapor doğrultusunda bugün her ne kadar denetim eksikliği sebebiyle uygulamasında sıkıntılar olsa da; kantinlerde cips, çikolata, şekerleme ve meşrubat gibi abur cuburların satışı kısıtlanmış durumdadır. Yine aynı rapor doğrultusundaki mevzuat gereğince çocuklara bu ürünlerin reklamlarının ve promosyonlarının yapılması, çocuk programlarında reklamlarının yayınlanması ve bu ürünlerin çocuk programları dışındaki reklamlarda da altyazı uyarı metinlerinin geçmesi öngörülmüştür. Bugün bir gofret reklamı izlerken aşağıda “Hergün 2-3 porsiyon meyve tüketin” diye yazmasının bir diğer meali de “Reklamını izlediğiniz bu ürün kırmızı kategoride yer alan, tüketimi sağlığınızı bozacak bir üründür” şeklinde değerlendirilebilir.
Bu uzun ve detaylı konuyu son birkaç cümleyle toparlamak gerekirse; bugün son derece masum görünen ve sadece ülkemizde değil, dünyanın birçok ülkesinde normalleştirilip sıradanlaşmış gofret, çikolata, şekerleme ve meşrubat gibi ürünlerin aslında vücut fonksiyonlarımıza uygun olmadığı açıkça ortadadır. Bu tüketimler sebebiyle ihtiyacımız olandan çok daha fazla ve yoğun şekilde kalori almakta, bu kaloriyi de yetersiz hareket sebebiyle yakamamaktayız. Bu durum özellikle okul çağındaki çocuklarda da yine yetersiz hareket sebebiyle ortaya çıkma eğilimindedir. Koşarak bile saatlerce yakmaları mümkün olmayan yüksek kalorileri sürekli almalarıyla çocukların aşırı kilolu ya da obez olmaları yaşadığımız bu süreçte hiç ummadığımız bir hızla gerçekleşmektedir. Bu kapsamda çocuklarımızı özellikle yüksek kalorili, yoğun şeker ve doymuş yağ içeren ürünlerden uzak tutmalı ve mümkün olduğunca çok hareket etmeye teşvik etmeliyiz. Bu dönemin en büyük bulaşıcı hastalıklarından abur cubur tüketimiyle ilgili de çocuklarımıza bilgilendirmeler yapmalı, etiket okumayı öğretmeli ve tükettiği şeyin onun gerçekten ihtiyacı olup olmadığını sorgulamasını sağlamalıyız. #NeYediğiniziBilin
Yorumlar