Bir ağaçtır bu âlem
Meyvesi olmuş âdem
Maksûd olan meyvedir
Sanma ki ağaç ola
Bir zerrenin toprağa düşmesi, tohumun toprağı delip yüzeye çıkması, incecik fidanın kalınlaşıp ağaç olması. Dalların çiçeğe durup meyveye varması, meyvenin rengini bulması, olgunlaşıp dalından alınması ve öze ulaşılması.
Daima gözümüzün önünde cereyan bu olaylar bize zamanı, devri, doğumu, hayatı ve ahirete göç etmeyi tekrar tekrar öğretir. Ağaç, toprağın derinlerine doğru giden kökleri ve göklere doğru çıkan dalları ile pek çok gelenekte yaşamın, diri olmanın sembolüdür. Ağacın topraktan bitip toprağa dönmesi ise şüphesiz ki bizlere Allah’tan gelip yine O’na dönecek olan insanı hatırlatır.
İnsan, alemin kendisi için hazırlanmış olması bakımından bu alemin özü ve göz bebeğidir. Alem, ağaçtan maksadın meyve oluşu, insandan maksadın öz oluşunu anlatmak için gözlerimizin önüne kurulmuş bir sahne gibidir.
Bir ağacın meyvesi dalında olgunlaştığında “meyve hür oldu” derlermiş. Hür oldu yani özüne ulaşılacak kıvama geldi, artık buradan ayrılabilir, kendi yolunu tutabilir, meyveyi aslına döndürecek yolculuk başlayabilir.
Rahmân’ın katından dünyaya gelen insan; varlığına, kim olduğuna ve nereden gelip nereye gittiğine dair bir sorgulamaya başladığında özündeki cevheri bulmak için bir yolcuğa çıkar. Bu yolculuğun gözle görülen başlangıcı rahimdeki hayatımızdır. İhtiyacı olan gıdayı anne kordonu vesilesi ile alan bebek, bir bakımdan toprak altındaki tohuma bir bakımdan kökleri ile derinlere uzanmış büyük bir ağaca benzer. Anne karnındaki bebek için, vaktini tamamlayıp dünyaya doğduğunda ilk hürlük başlar.
Hayatın geri kalanı üzerindeki etkisi bakımından oldukça kritik olan bu ilk dönem yani çocukluk öze yakınlık bakımından kıymetli, tohumun taşıyıcısı olarak görülememek bakımından ise oldukça zordur. Öyle ya, bir çocuk gülüşü içimizi ısıtmaya yeterken bir çocuğun hırçınlığından bize seslenen doğruyu duymak zordur.
Füsûsu’l-Hikem‘in Musa fassında, çocukların Allah katından henüz gelmiş olmalarından ve üzerlerindeki rahmânî nüfuzun bizlere olan tesirinden bahsedilir. Onları bize göre ayrıcalıklı kılan bu hususiyet sebebiyle büyükler çocukların istekleri söz konusu olduğunda bilinçli ya da bilinçsiz onların seviyesine iner ve onlarla şakalaşırlar. İşte bu noktada bizleri büyüklük kalıbından çıkaran tesir çocukların Allah ile olan bağlarının henüz taze olmasıdır.
Dünyada yaş almak ahdin tazeliğinin üstünden geçen zamana bağlı olarak tesirin azalmasını beraberinde getirir. Bu sebeple olsa gerek Rab ile ahdin tazeliğine bizi çeken o öz, çocuklara mahdum dememize yol açmıştır.
Mahdum kendisine hizmet edilen demektir. Çocuk açısından bizler ise hâdim yani hizmet eden durumunda oluyoruz. Öyle ki çocuklarla münasebetimiz söz konusu olduğunda onların Rab ile ahitlerinin tazeliği bize baş eğdiriyor. Çocukluğun yaratılış açısından ifade edilen bu ayrıcalıklı niteliği bizi çocuklara bağlı ve bağımlı kılıyor. Bu bağlılık bazen yetersizlik duygularıyla bizi çevrelerken bazen de kendisiyle yüceldiğimiz durumların önünü açıyor. Bizler yaratma fiilinin çocuğa kattığı öz dolayısıyla kendimizi ona vererek yaratılışın çekimine doğrudan girmiş oluyoruz. Ve bu yaratılışın çekimine doğrudan giriş içerisinde sevgiden yana karşılaştığımız incelikler bizi diri ve sebatkar tutuyor.
Bizler bu ay sokakta “çocukluk” dediğimiz bu ilk hürlük dönemi ile ilgili olarak çocuklar için sınırlar ve özgürlükler, kültür aktarımı açısından masallar ve diğer geleneksel anlatılar, dijital dünyada çocukluk, bebeklik dönemindeki örfî uygulamalar gibi pek çok hayatî konuyu sizler için konuşacağız.
Sokak‘ta buluşalım.
Yorumlar