Dünya dedikleri ne ola ki?
Kimisi tarlaya benzetti. Ne ekersen onu biçersin dedi. Kimisi misafirhane dedi, bir gece kaldı geçti. Kimisi han dedi bir kapıdan girdi diğerinden çıktı gitti. Kimisi heybe dedi. Sonra bıraktı gitti. Kimisi pencereye benzetti her gelen baktı geçti. Kimisi gözlük dedi kaç numara cam ile bakarsan dünyayı öyle görürsün dedi. Kimisi yalancı aynalara benzetti. Kimisi gözünü yumdu görmekten ziyade, gelip geçip unutmayı seçti. Kimi yalancılıkla suçladı. Kimi sahte dedi. Kimisi aldandı, kimisi kapıldı gitti. Kimisi gam yükü dedi adına şarkılar yazdı… Kimisi, kimisi, kimisi…
Makrodan mikroya, yıldızlardan organizmaya, dağdan, denizden fezaya, kara delikten güneşe, hayvanattan nebatata bunlardan öte bir şey olmalı bu dünya dediklerinde.
Nefes alıyoruz ve veriyoruz. Biçilen nefes tükenince de kervanımızı alıp göçüp gidiyoruz. Bir perdenin ardından bakıyoruz yaşarken. Bazen perde tül oluyor, hayal meyal perdenin ardını seçiyoruz. Bizi bekleyen ne ise o perdenin ardından ona hazırlanıyoruz. İyisi ile kötüsü ile… Ama bazen de kalın patiska kumaşından güneşlikler çekiyoruz. Öyle kalın öyle kalın ki hiçbir şey göremiyoruz. Dünya dedikleri ne ola ki? O perdeyi aralayıp da bakamıyoruz.
Bir de bu dünyayı anlayamadan, Mars’ta hayat var mı diye soruyoruz? Dünyada ki hayatı tükettik de bir Mars kaldı göz dikmediğimiz. Dünya dedikleri ne ola ki?
Bir bebek teşrif edince dünyaya, kandiller uyanıyor. Düğün bayram yeri oluyor gönüller. Kokusuna doyamıyoruz. Öpmelere kıyamıyoruz. Tanıdık geliyor. Yumuşacık, kadife ten, bir hayat. Minnacık eller, ayaklar, yumuk yumuk gözler. Bir nefese bin can veriyoruz. Yeter ki bir agucuk desin diye.
Seyreyle güzel Kudret-i Mevla neler eyler, canan canan…
Başka bir yerde, bir başkası o perdeyi aralayıp da göçüp gidince karalara sarılıp yaslar tutuyoruz. Hasretimiz katmerleniyor. Nefesimiz bu sefer başka türlü kesiliyor. Yutkunamıyoruz. Yemeden içmeden kesiliyoruz. Bazen ağlayamıyoruz, bazen gülemiyoruz, bazen tam tersi elimizi ayağımızı koyacak yer bulamıyoruz, bazen feryad u figan edip kendimize yapıyoruz yapacağımızı. Alışamıyoruz.
Bu dünya dedikleri ne ola ki? Bizi katran karası gamlara gark ediyor? Ne ölüm kalıyor ne düğün. Ne ölen eksiliyor ne doğan. Dünya bir çark gibi dönüyor. Ne geleni eksiliyor, ne gideni.
Babaannem rahmetli derdi ki;
“Harman yel ile, düğün ve ölüm el ile” Ne harman kalıyor, ne düğün, ne ölüm…
Her geçip giden gün gibi, geçip giden bu güne de rahmet olsun. Güzel iz bırakmak ya da güzel iz bırakanların izini sürmek. Aslında bütün mesele bu.
Sabrederek yazının sonuna geldiyseniz şükranlarımı sunarak hoş gelmişsiniz. Madem geldiniz cümle göçmüşlerimiz için bir Fatiha’yı esirgemeyelim.
el-Fatiha.
-Maa’s-salavât.
Yorumlar