2014 yılında yaşanan Soma maden faciasının ardından göçük altındaki 40 madencinin nasıl kurtulduklarını okumuştum. Bu madenciler demir raylarını ısırarak beyinlerinin ihtiyacı olan oksijeni aldıklarını ve bu sayede kurtulduklarını söylüyorlardı. İşçiler, çavuşları olan tecrübeli madenciyi dinleyerek demir raylara ağızlarını yaklaştırıp ısırdılar. Böylece demirin oksijeni çekmesi ilkesinden yararlanan madenciler, saatler sonra yerin yüzlerce metre altından sağ olarak kurtuldular.
Demir ve oksijen arasında nasıl bir ilişki var diye düşünebilirsiniz. İnsan vücudunda demirin oksijeni kendine çekme ilkesi geçerlidir. Vücudumuza aldığımız oksijenin ciğerlerden kana geçmesini sağlayan madde de hemoglobindeki demir molekülleridir.
Kan damarlarında oksijeni taşıyan hemoglobin (alyuvarlar)
Nefes aldığımızda akciğerlerimize doldurduğumuz oksijen, kanımızdaki demir ile temasa geçerek hemoglobin vasıtasıyla sayısı 100 trilyonu bulan hücrelerimize taşınır. Kan yoluyla hücrelere gelen oksijen ve besin maddeleri, hücrelerin içindeki enerji santrali görevini üstlenen mitokondride biyokimyasal enerjiye dönüşerek tüm hücrelerin, organların ve kasların enerji ihtiyacını karşılar. Bedendeki oksijenin %90’ından fazlası bu amaç için kullanılır.
Elimizden alınana ya da sekteye uğratılana kadar nefes alıp vermenin kıymetini pek de fark edemeyiz. Her an yaşadığımız ve hiç farkında olmadığımız mucizelerden sadece birisidir nefes almak. Şöyle ki; nefes alırken özel bir kuvvet uygulamadan ve hiç zorlanmadan alırız. Nefes alıp verme eylemi, sıradan ve kendiliğinden olan bir davranış gibidir.
Peki ne kadar nefes alıyoruz hiç düşündünüz mü?
Dakikada 15-20, günde 28-33 bin, yılda 10 milyon, bir ömür boyu ise (ortalama insan ömrü 65-70 yıl baz olarak alınırsa) yaklaşık 700 milyon kez nefes alıyoruz (!) Her nefesimizde havadan aldığımız oksijen, vücudumuzda kusursuz bir şekilde dağıtılıyor. Bu dağıtım o kadar önemli ki beyne 8 saniye oksijen gitmediği zaman bilinç kaybı yaşanıyor. Vücudumuzun 100 trilyon hücresi her gün 500 litre oksijene ihtiyaç duyuyor.
Aldığımız oksijen akciğerlerden ve bronşlardan içeri girip kana karışıyor. Aynı zamanda hücrelerden taşınan karbondioksit de kandan akciğerin içindeki boşluklara geçiyor. İşte bu karbondioksit nefes verirken dışarı atılıyor. Eğer atılamazsa vücutta bulunan kirli hava karbondioksit zehirlenmesine sebebiyet verir ve bu da ölüme kadar götürebilir. Muhteşem bir düzen Allah’ın izni ile sürüyor. Bu düzen aslında göründüğünden de karışıktır. Bu sıradan, kendiliğinden olup gidiyormuş gibi süren olay aslında Allah’ın büyük bir lütfudur, mucizelerle doludur. Nefes almanın, oksijen soluyabilmenin önemini hastanede solunum cihazına bağlı olan hastalara sorsak, bize her bir nefesin kıymeti için kim bilir neler anlatırlardı!
Rahmetli Psikiyatrist Doğan Cüceloğlu bir paylaşımında şöyle diyordu:
“Şükür duygusunun iki kaynağını unutmayalım:
1- Sahip olduklarımızın farkına varmak,
2- Ve onların her an kaybolabileceğinin bilincinde olmak!
Hasta olmadan derin derin nefes alıp verebildiğiniz için şükretmeyi unutmayın! Bilinçli şükür en güçlü ilaçtır!”
Şükrün sahibi de şüphesiz Allah Teâlâ’dır.
Şimdi bir düşünelim; bizim rahatça yaşayabilmemiz için vücudumuza mükemmel bir sistem yerleştirip bunu tıkır tıkır işleten ve hiçbir özel çabamız olmaksızın bizlere bir gün içinde yaklaşık yirmi üç bin kez nefes alıp verdiren Yüce Allah’a aldığımız bu nefesler için yeterince şükrediyor muyuz?
Sa’di-Şirazi Gülistan adlı eserinin önsözünde şöyle yazar:
“Alınan her nefes ömrü uzatır, verilen her nefes ise vücudu rahatlatır. Bu nedenle her bir nefeste iki nimet zahir olur ve böylece de her bir nimete de bir şükür gerekir”1
Yani her nefes için iki şükür gerekir. İlki nefes aldığımız için, ikincisi aldığımız nefesi verebildiğimiz için.
“Şüphesiz biz, her şeyi bir kader (hikmetli bir ölçü) ile yarattık.” (Kamer, 54/49)2
Peki bu soluduğumuz havadaki oksijen miktarı ne kadardır? Şüphesiz Allah’ın yarattığı her şey bir ölçü ve nizam içindedir, belli bir denge ve ölçüyle yaratılmıştır. Eğer şu havadaki oksijen oranı şimdikinden biraz fazla olsaydı dünya bir kıvılcımla yanabilirdi; eksik olsaydı da o zaman insanlar ve hayvanlar için yaşamak mümkün olmazdı. Oysa oksijen atmosferde %21 oranında en mükemmel oranda bulunmaktadır. Rabbimiz yarattığı her şeyde olduğu gibi soluduğumuz havadaki oksijen miktarını da ihtiyacımıza göre yaratmıştır. Soluduğumuz hava da Allah’ın ol demesiyle olmuştur.
“Sonra (iradesi), bir duman (gaz) halinde olan göğe yöneldi. Ona ve yeryüzüne: “İkiniz de isteseniz de istemeseniz de (bir düzen ve uyum içinde var olup hükmüme) gelin.” buyurdu. Onlar da: “İsteyerek geldik.” dediler.” (Fussilet süresi 41/ 11) 3
Allah, önce duman halinde bulunan göğe ve sonra da arza şöyle emrediyor: “isteyerek veya istemeyerek gelin!” her ikisinin de cevabı, “isteyerek, gönül rızamızla geldik!” oluyor. Allah’ın buyruğunu isteyerek yerine getirip, hemen secde ediyorlar ve dünyada insanoğlunun yaşamına uygun ilk atmosferi ve çekim gücünü oluşturuyorlar. Böylece oksijenin atmosferde kalmasını sağlayarak insanlar için elverişli havanın da oluşmasına neden oluyorlar. Ayette de belirtildiği gibi Allah’ın tüm yarattıkları, O’nun isteğine uyuyor, O’nu tesbih ediyor, O’na şehadet getiriyor, O’na secde ediyorlar. Peki, insanoğluna ne oluyor ki yaşamı boyunca aldığı ve verdiği milyonlarca nefes için Allah’a yeterince şükretmekten geri duruyor?
Şüphesiz en doğrusunu yüce Allah bilir.
1- Feyzü’l Furkan Tefsirli Kur’an-ı Kerim Meali Sayfa:529
2- Sa’di Şirazi,Gülistan,çev.Eser Sazak,İnsan Kitap,201, sf.19
3- Feyzü’l Furkan Tefsirli Kur’an-ı Kerim Meali Sayfa:476
Birden fazla beğenme tuşu olsaydı keşke dedim. Çok teşekkür ediyorum ne güzel bilgilerler nimetlendik.
Allah razı olsun yazıları hazırlarken geniş bir araştırma yapıp gerçekten doğru ve onaylanmış bilgiler ışığında yazmaya gayret ediyoruz. Yazıların arkasında eşimin Binnur hanımın da desteği var.
Sübhanallah diyerek okuduğumuz, hayretimizi artıran bu güzel yazı için teşekkür ederiz, emeğinize, gönlünüze sağlık…