Ah… Bu resme bakınca kimin içi huzurla dolmaz ki? Sol tarafta ulu bir çınar, sağ tarafta cumbalı bir ev, denize çıkan sokak…
İçimizi ısıtan bu eserin sanatkarı Hoca Ali Rıza’dır. Eserlerinde bizleri eski İstanbul’la karşılayan daha doğrusu bizi yaşadığı zamana davet eden Hoca Ali Rıza İstanbul’a âşık asker bir ressamdır.
Elimizle dokunup da şu sokaklara gidebilsek güzel olmaz mıydı? Hop simitçinin yanında, güzel bir koku almışız yanımıza, aşağı yürümüşüz. Tertemiz hava, cumbalara vuran güzel güneş.
Nedir bu geçmişe duyulan özlem? Bizi bu özleme iten nedir? Ne kadar geçmişe, kime kadar geçmişe, hangi geçmişe?
Özlediğimiz ne varsa ona sanatın aynalarında rastlayabileceğimiz gerçeğinden söz etmek isterim. Dikkatimiz dahilindeki sanat eserinde yapacağımız yalın bir göz seyri nefes almak gibidir. Bu lezzet arayışa, sorulara gebedir. Eserden fikirlere, fikirlerden pek tabii en nihayetinde edebe ve aslımıza yolculuk yaparız. İşte bu gördüğümüz resimdeki huzur veyahut özlem aynıyla bizim seyrimizdir. Hoca Ali Rıza ve nice sanatçıları en saf biçimde görmeyi kabul edersek sanata bakışımızı kendimizce belirlemiş oluruz.
Neyi, nasıl görmeyi istiyoruz, neyi özlüyoruz aslında hepsi içimizde. İçimize bakmayı öğrendiğimizde dışımızı fark ediyoruz. Yavaşlıyoruz, inceliyoruz. Hatırlamak isteyen, neyin kıymetli ve değerli olduğunu idrak etmek isteyen yavaşlar. Öyleyse Cahit Zarifoğlu’nun da dediği işimize değil, içimize bakalım. Belki bu güzel eserler iç yolculuğumuzda bize yol gösterir ne dersiniz?
Yorumlar