Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde,
Develer tellal iken, pireler berber iken,
Ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken,
Az gittim uz gittim, dere tepe tuz gittim.
Çayır çimen geçerek, lâle sümbül biçerek;
Soğuk sular içerek,
Ayla ayla bir güz gittim.
Bir de dönüp ardıma baktım ki, ne göreyim? Gide gide bir arpa boyu gitmemiş miyim?
Natal matal martaval,
İşte size duyulmadık bir masal.
Çok çok eski zamanlarda, Anadolu’nun bir köyünde anası ile yaşayan bir Keloğlancık varmış. Anasıyla birbirlerine destek olup tıngır mıngır yaşarlarmış. Öyle hallice vakitlice değilmiş durumları ama olana Elhamdülillah derlermiş. Evlerinde şeker varmış, un varmış da tuz yokmuş. Tuz dediğin de ağız tadı, hayatın manası, sevginin mayası değil mi a kuzum?
Anacığı Keloğlan’ı tuz almaya kasabaya yollamış. Tabi o vakitler tuzun adı tuz değilmiş de hiç imiş. Hiç…
Bizim Keloğlan da bir söyleneni hemen unutur, tutamazmış aklında. Ne alacağını unutmamak için kendi kendine söylenmeye başlamış.
–Hiç, hiç, hiç…
Derken, vira Bismillah ile ağlarını denize savuran balıkçılarla karşılaşmış. Balıkçıların seyrine doyamamış. Bir taraftan attıkları ağları boş çekmeleri diğer taraftan da Keloğlan’ın hiç diye söylenmesi balıkçıların canını sıkmış.
“Sen başka kelam bilmez misin be çocuk! Hiç, hiç der balıkları kaçırırsın!”
Keloğlan peki ne söyleyeyim diye sormuş. Balıkçılar rızık için söylemesi gerekenleri öğretmişler. “Hiç demeyeceksin. Bir daha çıksın diyeceksin.” diye tembihlemişler.
Keloğlan bu sefer başlamış bir daha çıksın, bir daha çıksın diye söylenmeye. Hem söylenip hem de pazara doğru yürürken bir hanenin kapısının önüne varmış. Tam o sırada kapıda omuzlar üstünde bir tabut çıkıyormuş. Herkes feryat figan ağlıyormuş. Kolay mı ölmüşün ardında kalmak. Neyse hasıl-ı kelam bizim Keloğlan’ın bir daha çıksın, bir daha çıksın diye söylendiğini duyan ağlaşanların canı fena halde sıkılmış.
“Bir acıyı yaşadık, ikincisini kim kaldırsın.” diye azarlamışlar bizim Keloğlan’ı.
İçlerinden biri, “Allah rahmet eylesin demekten başkası söylenmez.” demiş. Bu sefer de Keloğlan başlamış Allah rahmet eylesin diyerek yürümeye. Hem yürüyor hem de diline doladığı dua ile yürüdüğü yollara dua tohumu ekiyormuş. Derken önüne bir hayvan leşi çıkmış. Hayvanın başında dururken dilinde hâlâ rahmet duası varmış.
Bu hali gören köylüler ise şaşırmış. Hayvan ile insan aynı mı olur? Aradaki farkı göstermek istemişler Keloğlan’a.
“Hayvanla insan bir mi? Hayvana rahmet mi okunurmuş! Ne de pis kokuyor, diyeceksin.” demişler. Bu sefer de bizim Keloğlan “Ne de pis kokuyor” diye sayıklamaya başlamış.
Azca gidip uzca gidince bir hamamın önüne varmış bu sefer. Güzel kokular sürünmüş hamamdan çıkan hanımların yüzüne karşı ne de pis kokuyor diye söylenince hanımlar sinirlenmiş bu duruma. Ama Keloğlan’ı meczup sandıklarından fazlaca üstünde durmadan Keloğlan’a “Oh ne güzel, oh ne güzel” demesi gerektiğini öğretmişler.
Bizim Keloğlan, garibim; bu sefer de oh ne güzel, oh ne güzel diye diye ne kadar vakit yürümüş bilinmez, bir debbağ1 ustasının yanına varmış. Usta, deriyi yumuşatmış, kıvama getirmiş; çektikçe çekerken güzelim deri tam ortadan ikiye kopmasın mı! Bir parçası bir elinde, diğer parçası diğer elinde kalakalmış.
Başında da bizim Keloğlan oh ne güzel, oh ne güzel… diyerek ustayı seyrediyormuş. Usta sinirlenmiş, kaşları çatılmış, pos bıyıklarının altından dudaklarını büzmüş ve birden parlamış gür sesi ile;
“Oh ne güzel denilir mi be çocuk, çek de uzasın diyeceksin!” demiş. Bizim Keloğlan kel kafasını kaşıya kaşıya çek de uzasın kelamını da diline dolaya dolaya yoluna revan olmuş.
Çek de uzasın, çek de uzasın, çek de uzasın…
Kimin ne çekeceği bilinmezken, her çekilen de Allah’tan gelmişken, bir kadıncağızın, haylaz evladının kulağını da çekerken yanlarında bulmuş kendini Keloğlan. Kadın o hiddetle çocuğun kulağını çekerken; çek de uzasın, çek de uzasın nidasının geldiği yöne çevirmiş kafasını. Bu sefer Keloğlan’a hiddetlenir ama kendi hiddetinden de utanır. Neden böyle söylediğini sorar. Keloğlan ise Hiç der.
Hiç demesiyle birlikte aklına ne alacağı tekrar gelir Keloğlan’ın. Ben Hiç almaya pazara çıktıydım. Döndüm dolaştım yine Hiç’e geldim. Keloğlan kel başını kaşır ve anlar ki; Hiç, hiçbir şeyden daha ucuz değildir.
Dünyadayken dünyadan geçmişlere selam eder, hürmetle ellerinden öperiz.
Âlemin küfre göre, hem başı, hem sonu “hiç”
“İki hiç” arasında varlık olur mu hiç?
Necip Fazıl Kısakürek
1- Debbağ: Deri terbiye eden kimse.
Yorumlar