Kıble; Arapça kabele “yöneldi, kabul etti, boyun eğdi” fiil kökünden gelmektedir. Aynı zamanda kubl “yüz, vech, bedenin ön tarafı” anlamına gelen isim ile kökteştir. İnsanın yüzünü, göğsünü, ön bedenini çevirdiği yön, cihet anlamına gelir.
İslamiyet’te müslümanlar Allah’a secde ederken, Arafat’ta vakfeye dururken, namaz kılarken ve bunlar gibi ibadetlerini uygularken yüzleriyle, göğüsleri ve ön bedenleriyle kendilerini Kabe’ye yöneltirler; ki buna kıbleye dönmek denir.
Bazı kimseler Kıble kelimesinin, eski Yunan Tanrıçası Kybele putundan geldiğini iddia etmişler. Hatta Kybele’nin Mekke’ye götürülüp, isminin Hübel olarak değiştiğini söylemişler. Fakat bu bilgi, müslümanların Kıble’si için geçerli ve doğru bir bilgi değildir. Çünkü müslümanlar, Rablerinin emri ve ayeti üzerine kıbleyi bilir ve itaat ederler.
Allahu Teâlâ rahmetiyle şöyle buyurmuştur: “(Resûlüm! Biz vaktiyle arzulayıp da şu anda) yöneldiğin kıble(olan Kâbe’)yi ancak (sen) Peygamber(im’)e uyanları, topukları üzerinde geri dönen (münâfık ve mürted)lerden ayıralım (da onlar bilinsinler) diye kıble yaptık.” (Bakara, 2/143) Kıble ile ilgili ayetlerde Rabbimiz bizâtihî kıblesini ve kıbleye yönelen Resûl’ünü (s.a.s.) tasdik eder. Biz de bilmiş, öğrenmiş oluruz.
Hicretin ikinci senesinde, bazı rivayetlere göre Recep, bazı rivayetlere göre Şaban ayında, Resûl-i Kibriyâ Efendimiz Benî Selime kabilesinin aynı isimle anılan mescidinde öğle veya ikindi namazını kıldırdığı esnada nâzil olan Bakara suresi 144. ayet-i kerîmesi üzerine namazın son iki rekatında kıblesini Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’dan, Kâbe’ye çevirmiştir. Medine’nin kuzeybatısında Vebere Harresi mevkînde bulunan Benî Selime mescidi, bu vakitten sonra “Kıbleteyn/iki kıbleli mescid” olarak anılmıştır. Nebiyy-i Zişân Efendimiz (s.a.s.) de bu olay üzerine “imâm’ül kıbleteyn” ünvanı ile ümmetini şereflendirmiştir.
“Biz ona yöneldikten, orası bize kıble olduktan sonra yol kısalır, çöl kaybolur her tarafımız yeşilliklerle, selvilerle, bağlarla, bahçelerle dolar.”
(Hz.Mevlânâ, Divân-ı Kebîr)
Yorumlar