Geçen gün bir haber okudum akıllara zarar. Aslında yarar ama ülkemizde çok sık görülen bir şey olmadığı için hayretimden öyle söylüyorum.
İzmir’de zabıtanın kaldırıma motosikletini park ettiğini gören vatandaşlarımızdan biri bu duruma itiraz edince, zabıta vatandaşa hak vererek kendisine 240 TL ceza yazmış ve cezayı da hemen ödemiş. Bizim yıllar önce yurt dışına giden bir devlet büyüğümüz vardı kaldırıma arabasını park ettiği için ceza yiyememişti. Çünkü orada kaldırıma araba park edilebileceği kimsenin aklına gelmemişti. Tabi ki ceza yazabilmeleri için yapılmış olan bir yasa da yoktu.
Canım memleketim her şeyi değişik, insanımızın da kafası değişik çalışıyor. Mucit insanlarız ne de olsa. Bir de başka konularda özellikle hayır konularında da biraz gelişmemiz gerekiyor.
Afrika’ya gönüllü yardım yapan bir yere denk geldim sosyal medyada. Gönüllü iş yapan insanları seviyorum, takibe alayım dedim. Kurban bayramı öncesinde kurbanlık hisseye girmişler, pandemi vesaire derken gereken kurban hissesi miktarına ulaşamamışlar. Bunlar her zaman olabilecek şeyler ama diğer kısmı hiç tasvip etmediğim tuhaflıklarla dolu. Biz şu kadar hisse aldık da, daha bir çok hisse var elimizde de ne yapacağız kara kara düşünüyoruz da neden gelmedi bu yardımlar acaba, maaşlarını mı alamadılar da… Daha fazlasını okumaya katlanamadım. Fesubhanallah! Yahu satıcıysan malını sat, dilenciysen dilen. Bu da yeni moda. Eline yara bandı, su, selpak alan size yapışıyor, yalvarmaya başlıyor pazarda, orda burda. Yani kızsanız öfkenizi yutuyorsunuz, o şeye ihtiyacınız olsa bile alasınız kaçıyor. Mal satmanın da istemenin de bir edebi, âdabı var. İnsanlara duygularını sömürerek, gönlünde razı olmadığı herhangi bir iş zorla yaptırılamaz. Yaptırılsa da o işten hayır çıkmaz.
15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümü yeni geçti. Bir yaram var herhalde o sebepten de çok kızdım. Eşimin bir akrabası, eskiden bu darbecilerin halisane Müslüman zannedildiği zamanlarda öğrencilere yardım topluyordu. 5 kurbanlık koç bize getireceksin deniyormuş. E sen ne kadar topladın 2 koç; o zaman gerisini sen ödeyeceksin diyorlarmış. Hem bunları toplarken insanlara yüz suyu döküyorlar hem eş dost akraba ile kötü oluyorlardı. Bize bunu anlattığında “Aman canım! Bu normal bir şey değil, sen oradan hemen kaç!” demiştim. Zaten ‘cemaat’ ismini kirleten o gürûha bağlı biri değildi, sadece Allah rızası için yapıyordu. Çok şükür bazı insanlar da böyle böyle tuzaklarından kurtuldu.
İnsanları severim ama bazı konularda ölçülerim vardır. İnsanların söylediklerine ve tavırlarına, samimiyetlerine, İslam ahlakına uygun davranıp davranmadıklarına dikkat ederim. Esas kıstasım ise Hz. Ömer efendimizin “Kalbinizin ısınmadığı insanlardan uzak durunuz.” sözüdür. Bir çoğumuzda değişik huylar, alışkanlıklar olabilir. Aklı başında bir insan da yüce ahlak sahibi olduğunu zaten iddia etmez. Çünkü iddia ispat ister. İspatı ise zordur. Peki bir insanla arkadaş veya dost olabilmek için tartabileceğimiz ilk kıstas/ölçü nedir denildiğinde ‘ahlakının İslam ahlakına uygunluğu’ olmalı diyebiliriz. Her konuda olamasa da belli başlı konularda; hem sizin kalbinizin selameti hem insanlarla kötü olmaktan kaçınmak için insanları tartmak ve gerekiyorsa uzak durmak doğru bir davranış olacaktır.
Hz. Ömer efendimizin yanında birisi, bir adamı methediyordu. Hazreti Ömer efendimiz üç soru sordu:
Onunla yolculuk yaptın mı?
Onunla ticaret yani alışveriş yaptın mı?
Onunla komşuluk ettin mi?
Hepsine hayır cevabı alınca; “Kendisinden başka ilâh olmayan Allah’a yemin ederim ki sen onu tanımıyorsun!” dedi.
Bana bu olaylar şu ayeti hatırlattı:
“Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsrâ 17/36)
Bizler aciz insanlar olarak dünyada kimin ne olduğunu bilemeyebilir, hatta kendimizi bile belki tam olarak tanıyamayabiliriz. Öyleyse dünyayı öğreneceğiz aldanmamak için, dinimizi öğreneceğiz hem aldanmamak hem de başkalarını aldatmamak için.
İnsan herkesi kendisi gibi iyi niyetli bilip de aldanabilir. Fakat benim şimdiye kadar ki şahit olduğum durumlarda kişinin niyetine göre karşısına kendisi gibi insanların çıktığıdır. Arada istisnalar olabilir. Burada Gönenli Mehmed Efendi’nin duasını da hatırlayabiliriz.
“Ya Rabbî! Hayırlar yaz başımıza, iyiler çıkar karşımıza.”
Çok sevdiğim bir duadır. Bu arada niyetimizin de doğru olup olmadığını murakebe etmek gerekir. Çünkü insan hayatı boyunca otomatiğe bağladığı bazı şeyleri neden yaptığını sorgulamayabilir. Yapılan bir iyilik, yalnızca Allah rızası gözetilirse insanın ahlakının güzelleşmesine vesile olabilir. Falanca görsün, el alem ne der, ayıp olur, aman başıma bir iş gelmesin gibi düşüncelerle yapılan hiçbir iyilik aslında ulaşması gereken yere (insanı kemale götüren güzel ahlaka) ulaşmaz.
Çölde hırpani kılıklı biri, devesi ve azığı olan bir yolcudan; açım, susuzum diyerek yardım istemiş. Yolcu adamın haline acıyıp devesinden indiğinde, deveye atlayan eşkıya, yolcunun bütün azığıyla beraber kaçmaya başlamış. Yolcu eşkıyanın ardından seslenmiş,
-Azığım, devem senin olsun. Ama ne olursun beni soyduğunu kimseye söyleme!
-Neden? diye sormuş eşkıya.
-Eğer çölde gerçekten yolda kalan insanlar olursa, artık kimse onlara yardım etmez!
Yorumlar