İçimde hiç susmayan bir kırık saz
Ah uykuları terk ettiren yaramaz
Sürekli tıngırdar dilini bilen az
Derdine derman olandaysa çoktur naz
Aşıklar, Hakk’ın ankalarıdır demiş eskiler. Bizim Anadolu’muzu, adım adım gezsen, suyundan avuç avuç içsen, her taşın altı aşık ocağı.
Kızılırmak aktıkça ankalar kanatlanmış gibi. Serin serin suların sayebanında dört bir yana savrulmuş gibi. Çağladıkça kıyısında sevdalar çağlamış, türkülere eşik, ozanlara beşik olmuş, kaç yemeni ıslanmış suyunda, kaç bam teli kopmuş göz yaşında bilinmez. Nesiller boyu kopmaya devam edecek Kızılırmak aktıkça…
“Neden Kızılırmak?” diyebilirsiniz. Kızılırmak’ın suladığı topraklarda bir başka bereket var. Yanık ses, dertli nefes, suyu soluk olmuş. Suyundan bir avuç içen tadına meftun, toprağına metfun olmuş.
Sanki, gözleri fani dünyaya kapanmış ama gönül gözü başka diyarlara açılmış, Aşık Veysel ile başlamış Kızılırmak akmaya.
Uzun ince bir yoldayım
Gidiyorum gündüz gece
Bilmiyorum ne haldayım
Gidiyorum gündüz gece
“Ömür dediğimiz bir yoldur gece gündüz yürürüm demek neden başkasının aklına gelmemiş de Aşık Veysel’e ilham olmuş? Ya da nasıl ilham olmuş?” soruları türküyü dinledikçe döner durur aklımda. O söyledikçe ırmak hem taşmış hem taşımış, bir sonraki durağa. Kayseri’den geçmiş, biraz gözyaşı biraz hasret toplayıp Nevşehir’e, adının hakkı kızıl turabını bırakmış. Ekmek olmuş, kıyılarına bereket, ekinlerine ruh olmuş. Ruhunu testilere doldurmuş. Derken;
Kırşehir’e düşmüş yolu. Neşet Ertaş’a;
Bir anadan dünyaya gelen yolcu
Bir anadan dünyaya gelen yolcu
Görünce dünyaya gönül verdin mi?
Görünce dünyaya gönül verdin mi?
dedirtmiş. Bu sefer yolcu olmuşuz hepimiz. Dünya denene gönül verme nasihati azığımız olmuş.
Bir konserinde kendi şivesi ile diyor ki; “Hepinizin geldiği yollarda yuzüm var, ayaklarınızın turabı, gonüllerinizin hızmatçısıyım. İnsandan üstün hiçbir şey görmedim ben. İnsana aşık oldum.”
Kırşehir’de bıraktığını Kırıkkale’den topladığını Aksaray, Ankara, Çankırı, Çorum diyar diyar gezdiğini Samsun’a döküvermiş. Şahitliği ve heyecanı ile.
Hem turab bırakmış hem ab-ı-hayat. Bu fani dünyada ölümsüzlük suyu türkülerden başkası asla olamaz. Sökmez denilen şafaklar sökmüş kıyısından tınısına. 1355 km’den aldığı rahmeti sonunda Rahman’a bırakmış. Sonra Samsun’da Ozan Arif’ten bir ses yükselmiş;
Yalan dünya işte senden,
Aha geldim, gidiyorum.
Kalanlara selam benden,
Aha geldim, gidiyorum.
Gidenler hasretle gelenlerin ellerinden öpmüş. Aşıklar gelmiş, aşıklar geçmiş bu cihandan. Emanet olan türküleri dillendirmekte ozanlarımıza düşmüş. İyi ki de düşmüş. Bütün türkülerin ortak bir derdi ve dili var. Sözlerinde aşk, hasret, vuslat, gam, keder gözükse de özünde insan olabilmek ya da insan kalabilmek var. Şimdi düşün türküler bizim neyimiz olur?
Ey bu yazıyı okuyan aşık, kalbinin ritmine kulak ver. Ve ben bildiğin beni sal gitsin Kızılırmak sularına. Bakalım hangi türkünün kucağına, hangi şehrin kıyısına vuracak?
Yorumlar