Bu söylem bize ne ifade ediyor? Amerika deyince aklımızda ne canlanıyor? Dünyanın çeşitli yerlerinden gelmiş, farklı milletlerin bir arada ve refah içinde yaşadığı bir ülke ya da bir kısım insanın arka bahçelerinde havuz olan müstakil evlerde oturduğu bir yer? Şu da olabilir: Metropolitan dediğimiz büyük şehirlerde yaşayanların ışıl ışıl gökdelen manzarasıyla bezeli daireleri tercih ettiği bir ülke. Yoksa her kesimden inanç sahibinin huzur ve özgürlük içinde yaşadığı bir ülke mi? Dünyanın en iyi üniversitelerinin bulunduğu, eğitim anlamında hiçbir masraftan kaçınmayan bir ülke mi? Her türlü teknolojik gelişmenin doğum yeri olan ülke mi? Böyle düşünmek ne kadar âdil? Bir örnekle bu soruya yaklaşalım:
İnstagramda ünlülerin, süslülerin, çok gezenlerin paylaştıkları fotoğraflar ne kadar gerçek? Yaptığı makyajı paylaşan adeta kusursuz güzellikteki kadınlar, son model lüks ışıl ışıl arabalar, her hafta başka bir destinasyondan çekirdek ailesiyle keyif ve mutluluk pozları paylaşan aileler… İnsanoğlunun hayatı iki boyutlu bir fotoğraf karesinden ibaret değil. Kaldı ki bu paylaşılan fotoğraflar kişinin kendi tercihleri doğrultusunda hazırlanıp sosyal medya kullanıcısının beğenisine sunuluyor. Bu postları gören diğer kullanıcılar da sanıyor ki kendi hayatı berbat, geri kalan dünya cenneti yaşıyor.
Bu arada okyanus aşırı toprakları tanıtan en büyük kaynağın haberler olduğunu da unutmayalım. Tam bu noktada başka bir pencere açacağım; muhabirler. Muhabirin olayı ne? Haber toplamak ve bu topladıklarını alıcısına (okuyucu, dinleyici, izleyici) iletmek. Yahu instagramda ütopik fotoğraflar paylaşan insanla haber muhabirinin ne alakası var demeyin. Nasıl ki birinci grup bizim kendisini nasıl görüp bilmemizi istiyorsa o şekilde fotoğrafı kırpıp düzenleyip paylaşıyor; muhabir de şahit olduğu olayı kendi süzgecinden geçiriyor. Son tahlilde elimize ulaşan haberi, söz konusu muhabir nasıl arzu ediyorsa o şekilde değerlendiriyoruz.
Meseleye bir daha dönelim: Macera dolu Amerika’ydı değil mi? İşte bu zamana kadar insanların hayallerini süsleyen Amerika da yıllardır anlatılan cazip bir masaldı. Ne var ki bir yerde olan biten her türlü vukuatın saniyesinde bütün dünya ile paylaşıldığı günümüz dünyasında Amerika’nın makyajsız yüzüne de her geçen gün daha yakından şahit oluyoruz. Doymak bilmez bir tüketim toplumu, insanların gözünü boyayan reklamlar, bunların sunduğu ürünlere ulaşabilmek için üstlenilen sayısız kredi borçları, borçlarını ödeyemeyip evsiz kalan sokakları kendine mesken edinen insanlar, Türkiye’deki gibi zorunlu sağlık sigortası (SGK) sistemi olmadığı için tedavi olamayan hastalar, yüksek eğitim ücretleri, hayata kredi borcuyla başlayan üniversite öğrencileri efendim daha neler neler… Konuşmaya yeni ısınıyoruz.
Haftaya…
Hazır üniversite demişken, Amerika’daki üniversitelerin işleyiş sisteminden söz edelim. Üniversite okumak uğruna yıllık ortalama 20-25bin dolar ödemeye değer mi? Nerden geldim Amerika’ya?
merakla bekliyoruz…Artik gercekler ortaya ciksin:)