Ardımızda bıraktığımız 2020 yılı, muhtemelen herkes için rutininin dışına çıktığı, her şeyden el etek çekip eve kapandığı bir yıl oldu. Pandeminin bir çok sektör gibi kültür-sanat dallarını da etkilediği malûmunuz. 2020 yılında pandeminin etkisi ile sinema salonlarının kapandığı, sektör adına durağan bir yıl oldu. Bir çok festival iptal edildi. Bazı festivaller filmlerini çevrimiçi platformlarda yayınladı. Amerika’da yaşayan Çinli yönetmen Chloe Zhao’nun, Nomadland’i de bu filmlerden biriydi. İstanbul Film Festivali kapsamında izlediğimiz bu yapım, Toronto Film Festivali ve Venedik Film Festivali’nde öne çıkarken Altın Küre’den iki ödülle döndü. Bahar aylarında gösterime girmesi planlanan film yalnız bir kadın olan Fern’ün hikâyesi.
Jessica Bruder’in, Surviving America in the Twenty-First Century (Yirmi Birinci Yüzyılda Amerika’da Hayatta Kalabilmek) adlı kitabından uyarlanan filmde Fern karakterine, Oscar ödüllü Frances McDormand hayat veriyor. Eşinin ölümünün ardından Empire Nevada’da yaşamaya devam eden ve bir dönem ücretli öğretmenlik yapan Fern daha sonra alçı fabrikasında çalışmaya başlar. 2007-2008 yıllarında yaşanan ekonomik kriz sonrası çalıştığı fabrikanın kapanması ile eşyalarının bir kısmını satar ve eski bir karavan alarak hayatına yeni bir yön verir.
Bir süre Amazon şirketinin kargo paketleme bölümünde mevsimlik işçi olarak çalışmaya başlayan Fern daha sonra günübirlik işlerle hayatını kazanmak uğruna yollara düşer. Fern yeni yaşamında yeni arkadaşlar edinir. Dave (David Strathairn) de bu arkadaşlardan biridir. Nazik ve biraz sakar olan Dave, Fern’e ilgi duyar. Dave ve Fern ortak işlerde çalışır ve dostluklarını ilerletirler. Sonrasında oğlunun isteği üzerine eve dönen Dave, Fern’e oğlunun yanında beraber yaşayabileceklerini söyler ama Fern bu teklifi kabul etmez. Yersiz yurtsuz olarak görülen Fern, “Evsiz değilim, bir evim yok. İkisi farklı şeyler.” der. Kız kardeşinin de yanında yaşamayı kabul etmeyen Fern’ün hayatında artık bir yere kök salma fikri yoktur; ailesini ve arkadaşlarını geride bırakarak karavanında göçebe yaşamına devam eder.
Karavanda yaşam bizim alışkın olmadığımız ya da bir hobi olarak gördüğümüz; ABD’de ise 50 yaş üstü işsiz ya da emekli yaklaşık bir milyon kişinin tercih ettiği bir yaşam tarzı. Modern göçebelik de diyebiliriz. Filmi bu kadar gerçekçi ve güzel kılan Frances McDormand`ın muhteşem performansı. McDormand çekimler öncesi bir süre karavan yaşamını deneyimlemesi ve diğer oyuncuların çoğunun da gerçek hayatta karavanda hayat süren insanlar olması, filmi gerçekçi kılan diğer unsurlar arasında sayılabilir. Bu sebeple kurgudan ziyade belgesel niteliğinde olan bu filmi izlemenizi öneririm. Yazının sonuna geldiğimizde ise filmin zihnimde bıraktığı iz bana Kemal Özer’in şu dizelerini hatırlatır:
Atımı
bir yerde durmamanın
güzelliğine bağladım.
İyi seyirler.
Filmi Çok merak ettim, “atımı bir yerde duramamanın güzelliğine bağladım” dizeleri içime işledi çok güzel bir bağ olmuş. Bizler de göçebe yaşayan atalarımızdan miras olarak belki de hala göç duygularıyla bir yerden bir yere sürükleniyoruzdur.