Kültürel

Ölmeden Önce Ölmek, Yaşayan Ölü

1

Sevgili Matbaa okuyucuları, bu üçüncü ayımızda artık birbirimizi tanıdığımızı düşünüyorum. Sizlerin benim esrik hallerime, başka yerde fazla rastlanmayan, pek de kitap tanıtma gayesi yokmuş gibi duran “kitap tanıtım” yazılarıma alıştığınıza inanıyorum. Ama kızmayın, tek amacım bu sayfanın önünden geçen herkesin bu kitapları okumasıdır. O zaman başlayalım.

Bu ay ki kitabımız;  Yaşayan Ölü. Yazarı Samiha Ayverdi.  1905 İstanbul doğumlu gerçek anlamda bir İstanbul hanımefendisi, nadide bir yazardır Samiha hanım. Yaşarken tanımak istediğim nadide insanlardan. Otuzu aşkın eser ve Kubbealtı sözlüğüne verdiği büyük emekler ile edebiyat dünyasındaki yeri paha biçilemezdir. İlk baskısı yaklaşık 70 yıl önce yapılmış bu eser ise tasavvufî terbiye için kullanılan “ölmeden önce ölmek” hikmetini ele alır. Kitapta aristokrat bir ailede büyüyen, biraz da şımarık bir genç kız olan Leyla’nın hayatının değişimini ve seyr-i sülukundan bazı kesitleri arkadaşı Seniye ile mektuplaşmalarında görürüz. Bu mektuplar hem çok özel halleri hem de iki arkadaşın hayatları, duyguları ve gel gitleriyle ilgili çok özel paylaşımları içermektedir.

Leyla’dan Seniye’ye giden ilk mektupla başlar hikayemiz. Seniye’nin evlenerek İstanbul’dan ayrıldığını ve iki senedir Leyla ile iletişim kurmadığını öğreniriz. Leyla’nın biraz buruk ve kırgın olduğu bellidir ama sitem ederken bile Seniye’ye kıyamaz.

“Maamafih bu hareketini pek de yadırgamıyorum, zira sen, benden bambaşka bir insansın… Bulut gibi gözle görülen, fakat elle tutulmayan bir mevcudiyetin, günün birinde herhangi bir rüzgarla çözülür olması, pek o kadar yadırganacak şey değil…

Sana öfkem ve tutukluğum, ne bu zaafın, ne çabuk sevmen, ne de evlenmen yüzündendir. Bütün hayret ve hiddetim, beni hayatından silecek kadar başka bir insan olmandan ileri geliyor. ” 

Daha ilk sayfalarda geçen bu satırlar insanı yürekten sarsıyor. Dilin güzelliğine mi hayran kalalım, iki arkadaşın duyduğu sevgiye mi? Böyle bir sevgiyi kime ne zaman hissettiğimizi bilmeyişimize mi, yoksa böyle sevilmeyişimize mi üzülelim? Ya da bu sevme kabiliyetini kim bilir hangi izbe sokakta, hangi kör kuyuda unuttuğumuzu mu düşünelim; karar veremiyoruz. Sığ bir denizmiş gibi görünen bu kitap, kapağı gayet sade, dikkatlice baktığınızda mektup yazan iki genç hanımın bulanık resimlerini içeren, iç kapakta yazarın küçücük bir fotoğrafı bulunan, her şeyi eğlenceye çevirmiş halimizle “okursam ne derecede keyif alırım” diye sorduran bir kitap. Ama denize adımınızı attığınız anda derin dalgalarla bizi içine çeken, bazen ılık bazen de buz gibi sularda yüzdüren bir hissiyat veriyor.

Leyla ve Seniye ilk mektupların hemen ardından birbirlerinin hayat tarzlarını onaylamasalar bile birbirlerini anlamaya ve çok sevmeye devam ediyorlar. Bir yandan Seniye’nin muharrir (yazar) Ekmel Haydar’la giden garip evliliği, bir yandan Leyla’nın Çelebi ve Ayşe’si… Leyla’nın, Çelebi’nin dizi dibindeki terbiyesi Ayşe ile aynalanması, içindeki fırtınalar ve bunları samimiyetle ortaya döküşünü kapsıyor mektuplar.

“-Kızım her ceviz yuvarlaktır; fakat her yuvarlak, ceviz değildir. Herkes insandır, fakat her gördüğün insan, insan değildir.

Sana hayatımın yalnız Çelebi’ye ve Ayşe’ye temas eden kısmından bahsettim, zira öte tarafı bütün Leylaların sürüp geçtiği içgüdüye dayanan bir hayat.

Gözden öpmek ayrılığa sebepmiş, ama ben nasılsa senden ayrıyım. Şu halde güzel gözlerini öperim sevgili Seniye…”

Bu kitapta asla ilgi çekici olaylar bulamazsınız, ama anadilinize ait muhteşem kelimeler ile yazılmış bir eser ve aynaya baktığınızda gördüğünüz veya göremediğiniz insan ruhunun hallerine tanık olursunuz.  Yazımı Çelebi’nin bu sözleri ve “ölmeden önce ölebilmek” niyazımla tamamlıyorum sevgili okuyucu.

“Bir kere Çelebi ile konuşuyorduk. Bana: 

-İnsan, ölmeden yaşamanın sırrına eremez, demişti. 

Ham ve ukala bir devrede idim, ölümü, vücuttaki mumun sönüp bitmesiyle, hayatın kesilmesi zannediyordum. 

-O sırrı bilmek için, sağır, dilsiz, kör ve cansız bir ceset olmayı temenni edemem, dedim. 

Çelebi, bir çocuğa güler gibi lütufkar ve müsamahakar tebessümüyle güldü.” 

Esma Kütan Bilkil
Esma Kütan. 1983'ten beri yaşıyor 1989'dan beri okuyor 2005'ten beri diş hekimi 2011'den beri anne 2013'ten beri yazıyorInstagram/dishekimiesma

Mart Ayı Dert Ayı Mı?

Önceki içerik

3. Seans: İç Huzur ve Denge-I

Sonraki içerik

1 Yorum

  1. En kısa zamanda okuyacağım inşallah.

Yorum Yaz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir