Bu yazıyı yazmaya başladığımda ne yazacağımı ve neresinden başlayacağımı bilmeden oturdum bilgisayarın başına. Zira herkes huzursuz ve tedirgin.
İnternette dolaşan videolarla herkes parça parça. Kimi etiyle kemiğiyle parça parça, kimisi de elim uzanmıyor kardeşlerimize diye parça parça… Herkes, kalbini bir yerlerde, bir sahnede bırakıyor. Bir bakışta, bir duruşta, bir tebessümde.
Filistinli insanların gözlerinde tarifsiz bir sevinç var. Hiç alışık olmadığımız, hiç tanımadığımız bir sevinç. Evleri olmasa da ya da elektrikleri kesilse de, bir diğer öğüne ekmeğe katık ne koyacakları meçhul olsa da eksilmeyen bir sevinç. Ellerinde olan tek şey: Umut ve sevinç. Hiç şüphem yok ki bu Allah’ın bir nimeti.
Yılmak yok o gözlerde, engel diye bir kelime yok. Ne var peki? Azim, sebat, teslimiyet, şükür, aşk var. Yerle yeksan olsa da bedenleri, mücadele ruhundan düşmemek var. Yaşla da alakalı değil. Çocukça, çocuğun gözleri de aslan parçası. Kafa tutabiliyorlar bir çatalla metal yığını silahlara. Kelepçeler takılırken bilezik diye bileklere, gencecik fidanlar içten ve sıcacık gülüşleri ile koca dünyaya, kapitalizme ve siyonizme -az daha unutuyordum- sessizliğe boğulmuş Müslümanlara ve herkese kafa tutuyorlar. Nişanlım şehit diyor, gülüyorlar.
Var git ölüm bir zamanda yine gel.
Böyle demiyorlar işte. Haydi gel gir koluma şehadet; tarih bizi tekrar yazsın, der gibi. Mescid-i Aksa’da herkes nöbette, ateşkes denildi ateş kesildi GÜYA. Düşmanın bile merti güzeldir. Bir durduk önce, sonuçta düşman kaypak, sevinip sevinemeyeceğimize karar veremedik. Cihat bizim, zafer Allah’ın. Sabah namazı eda edildi, herkes seccadesini sermiş yere, kimin terkisinde ne varsa onu çıkarmış ikram ediyor. Kimisi su dağıtıyor, kimisi sarma, kimisi börek…
Tam sevindik gene yaptılar yapacaklarını. Gözaltılar, mermiler, zulüm gene baş rolde. İnsanın oturduğu yerden kınamaktan, lanet okumaktan, tepki göstermekten başka bir şeye imkanı el vermiyor ki. Sürekli baskın yapmakla meşgul işgalci zihniyet. İçi boş bir kin ile Müslümanlara ölüm sözleri ile Mescid-i Aksa’yı yıkmak üzerine hayalleri ile bir kokuşmuş zihniyet.
Bu kadar cam kesiği sancılarla, bekleyişlerle başa çıkabilmek de…
Şüheda-i Dest-i Kerbela aşkına…
Sakalık (su taşıyıcılığı) bir meslektir. Saka olabilmek, insanlara gönülden bir dua ile bir bardak su vermek. Tam bir bardak su olsa dediği anda susuzun karşısına çıkıp ikram edebilmek.
Keşke bir saka olabilsem diye içimden geçirdim bir an. Keşke mesleğim sakalık olsa. Kudüs’ün sokaklarında dolaşıp kırbamda ki suyu elimin yettiğince dağıtabilirim. Top oynamaktan ince ince terlemiş, nefes nefese kalmış çocuklara bir bardak su verebilirim. Kur’an okurken dudakları birbirine yapışmış bir teyzeye de. Şeyh Cerrah mahallesinde, işgal edilmiş evlerinin nöbetini tutan amcalara, annelere, babalara da. Yüreği emanete sahip çıkan gençlere de… Hasan ile Hüseyin aşkına su… Bir bardak su verebilirim kırbamdan.
İçen dil-teşneye tarih olupdur
Hüseyn-i Kerbela aşkına sahhan
Böyle düşünürken zil sesi ile kapıya baktım. Her ay elektrik sayaçlarımızı okuyan beyefendi sayaçları okumaya gelmiş.
“Var mı bizlik bir şey?” dedim. Kapıyı kapatıp düşüncelerime ve bilgisayarın başına döneceğim zira. Hayalime kaldığım yerden devam edeceğim. Saka olacağım Kudüs’ün sokaklarında çünkü.
“Eğer zahmet olmazsa bir bardak su verebilir misiniz?” diye sordu beyefendi.
Tam da sakalığı düşünürken, bu soru bana bir bardak su oldu. Ve sakalık mesleğine kabul oldum galiba bu soru ile. Yeni iş günüm hayırlı olsun. Şimdi tayin bekliyorum. Kudüs’ün kadim sokaklarına…
Sakaların piri, Selman-ı Kûfi Hazretleri’nin bereketi üstümüze sayeban olsun.
Yorumlar