Her çocuk bir göz aydınlığıdır. Herkes şu dünyaya sinesinde sakladığı cevher ile gelir. Kimisi ünlü bir doktor olur kimisi avukat, kimisi gerçekten cevherini bulup âşık olur, aşkla olur. Aşk demişken, Yar Kasidesi’nden bir mısra düşer yadıma;
Sen yarımın qasidisen (habercisisin)
Eyleş sene çay demişem
Xeyalını (hayalini) gönderibdir
Bes (çünkü) ki men (ben) axvay (ah vay) demişem
Asıl adı Doktor Seyyid Muhammed Hüseyin Tebrizî olsa da biz onu önce Behçet sonra da Şehriyar mahlası ile tanıyoruz.
1904 yılında Tebriz’in Bağmeşe mahallesinde dünyaya geldi. Babası Tebriz’de müşkülü olanların müşkülünü çözmeye gayret eden, kemal ve fazilet sahibi olmasıyla da tanınan şehrin ilk avukatı Hacı Mir Ağa’dır. Annesi ise fedakâr ve kapısını yoksullara açmış Kövkeb hanımdır.
Tebriz’de çıkan veba salgını sebebi ile küçük yaşlarda halasının yanına gönderilmiştir. Halasının yanında geçirdiği günlerde halası yakinen ilgilenmiş ve Şehriyar olma yolundaki ilk temeller orada atılmıştır.
Muhammed Hüseyin bir gün medrese çıkışı bir keçinin peşine düşüp bir su birikintisinin içine düşmüştü ki bir el uzandı. Seyyid İbrahim dedikleri bir edip, su birikintisinin içinden çıkartıp hayatını kurtardı ama Hâfız Şirâzî’nin Bostan ve Gülistan deryasının içine düşürdü Şehriyar’ı. Fars diline olan merakı Hâfız Şirâzî’nin mısraları ile küçük yaşta ateşlendi. Çocukluk yılları ve tahsil hayatı edebiyat ve şiir yönünden çok zengin geçmişti.
Okul hayatı neşeli bir çocuk olması sebebi ile çok renkli geçmişti. Muhammed Hüseyin bir gün arkadaşları ile sınıfta hocalarını beklerken, çocuk halleri ile biraz fazla gürültü yapmış olacaklar ki hoca efendi bu durumdan hoşlanmaz. Tam ceza alacağı sıra hoca, Muhammed Hüseyin’e der ki; “Okuyacağım ayetleri eksiksiz okursan ceza almayacaksın, yok eğer okuyamazsan seni eşeğe ters bindirir evine öyle gönderirim. Arkadaşların da sana güler.” İlk başta okuyamayan Muhammed Hüseyin tam cezayı alacağı sıra bülbül gibi başlar şakımaya. Hocası şaşkınlık içerisinde madem biliyordun, niye okumadın diye sorar. Daha cezaya başlamamıştınız der ve gülmeye başlar.
Şehriyar, Azerbaycan Türk’ü olmasına rağmen Azericeyi, Farsçayı ve Fransızcayı ana dili gibi konuşuyordu. Fransızca yazdığı şiirler karşısında Fransızca öğretmeni, “Fransızca öğrenmek için bana ihtiyacın kalmadı Muhammed” demiş ve takdir etmiştir. Annesi Kövkeb Hanım bir gün kendisine “Oğul, sen nasıl şairsin ben senin yazdıklarını anlayamıyorum, okuyamıyorum.” der. Annesinin bu sitemi üzerine şöyle söylemiştir; “Anam bana Türklüğümü hatırlattı.”
1953’te kaleme aldığı “Haydar Baba’ya Selam” şiiri 76 dünya diline çevrilerek Türk dünyasında ve dünyada büyük bir önem kazanmıştır.
Şehriyar, şiirle harmanladığı hayatını musiki ve hat sanatı ile daha da zenginleştirmiştir. Şiirin üstadı Şehriyar, hat sanatında da usta olarak bilinir. Musikiye olan ilgisi annesi vefat ettikten sonra başlamıştır. Bu başlangıç onu ustaca tar çalan birisi haline getirmiştir. İran’ın ünlü hanende ve sazendeleri ile saz çalar.
İran’ın meşhur musikişinaslarından Ebulhasan Seba, dervişandan kalma kıymetli bir tar hediye etmiştir. Şehriyar, Ebulhasan Han İkbal, Kamer, Kerim Ağa Safi ile dost olmuş, Ebulhasan Seba dahil birçoğuna vefatları hasebi ile Farsça ve Türkçe mersiyeler yazmıştır. Şair, emekliliğinden sonra Tebriz’de sade bir hayat sürmüştür.
Şehriyar usta şairliğinin yanında seyyid (Peygamber Efendimiz’in soyundan gelenlerden) olması yönüyle de halk arasında büyük saygı ve sevgi görmüştür. Şair, emeklilik günlerinde maddi sıkıntılar içinde olmuş, 1976’da bulunduğu Tahran’da et-Tela’ât gazetesine verdiği demeçte 22 yıldan beri aynı elbiseyi giydiğini söylemiştir.
İran edebiyatındaki yeri dolayısıyla birinci dereceli Maarif Nişanı ile taltif edilmiş, Tebriz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin en büyük amfisine ve Tebriz’deki okullardan birine onun adı verilmiştir. Ayrıca şair daha sağlığında iken 16 Mart günü Şehriyar Günü olarak kabul edilmiş, ölümünden sonra da evi müze haline getirilmiştir.
1984 yılında Tebriz Üniversitesi’nde yapılan bir törenle 80. yaş günü görkemli bir şekilde kutlanmıştır. Şehriyar ömrünün son yıllarında yaşlılığın verdiği yorgunlukla birçok kez hastalanmış ve 18 Eylül 1988’de vefat etmiştir. Tebriz’in ünlü kabristanlığı olan Makberetü’ş-Şuara’ya defnedilmiştir.
Şimdilerde şiirin membaından dahi su içmemiş, kıyısından geçmemişler kendini şair olarak atfederken, bize sayısız şiir emanet etmiş, her mısraında soluk olmuş Şehriyar’ı rahmet ve minnetle yad eder; sözü kendi sesinden Yâr Kasidesi ‘ne bırakırım. Hürmetlerimle.
Yorumlar