Suleymaniye mosque The Süleymaniye Mosque is an Ottoman imperial mosque located on the Third Hill of Istanbul, Turkey.
Kültürel

Süleymaniye Külliyesi

0

Bu hafta Mimar Sinan’ın “kalfalık eserim” diye nitelendirdiği bir abideden, klasik Osmanlı mimarisinin en önemli eserlerinden biri olan Süleymaniye Camii ve Külliyesinden bahsetmek istiyorum.

İstanbul’un silüetini ihtişamı ve zerafetiyle dolduran Süleymaniye Külliyesi, pek çok şairin ifade ettiği gibi Mimar Sinan’ın taşlarla yazdığı erişilmez bir şiir, görkemli bir nağme, bir şaheser. Mimar Sinan ve Sultan Süleyman arkalarında bıraktıkları şaheserle İstanbul’un ufkunda mühür, burasını ziyaret eden, burada namaz kılan müminlerin gönüllerinde sürur olmaya devam ediyor.

Yahya Kemal Beyatlı bir bayram namazında, Süleymaniye’de hissettiği uhrevi iklimi mısra mısra aktarırken, asırlar boyunca Süleymaniye’nin ve onun ait olduğu medeniyetin ifade ettiği anlamı benzersiz bir üslupla kaleme almış.

Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede
Bir mehâbetli sabah oldu Süleymâniye’de
Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati,
Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi
Yer yer aksettiriyor mavileşen manzaradan,
Kalkıyor tozlu zaman perdesi her an aradan

Kanuni Sultan Süleyman’ın  Şehzade Mehmet’e adayarak İstanbul’un en güzel yerlerinden birinde inşa ettirdiği camiinin temeline ilk taşı Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin koyduğu söyleniyor. Külliye 1550-1557 arasında tamamlanmış.

Tasarımındaki çok özel ayrıntılar ve erişilmesi güç teknik, Mimar Sinan’ın üstün mimari dehasının ve imanından aldığı ilhamın eseri olmalı. Altmış dönüme yakın arazi içinde, merkezde camii olmak üzere darülhadis, darülkurra, tıp tedrisatı veren medreseler, imaret, şifahane, han, hamam, sıbyan mektebi, türbeler bulunuyor. Bu ise külliyenin bulunduğu çevreyi ilmî, dinî ve içtimaî yönden ileri bir seviyeye taşıdığını gösteriyor.

Camiinin görkemine uygun olarak yapılan dört minaresi Kanuni’nin fetihten sonra tahta geçen dördüncü, minarelerdeki on şerefe ise imparatorluğun onuncu padişahı olduğunu simgeliyor. Minareler arş-ı alâya yükselirken ellerini açmış dua eden bir insana benzetiliyor.
Bütün bu kubbeler, minareler, kemerlerin birlikteliği külliyenin bulunduğu tepenin görünümünü etkileyici ve göz alıcı kılıyor.

Süleymaniye Camii’nin iç kısmının, görkemini sadeliğinden alan bir yapıda olduğunu söyleyebiliriz. Kubbeyi taşıyan dört granit sütun, İskenderiye, Baalbek, İstanbul-Kıztaşı ve Saray-ı Amire’den getirilmiş ve rivayete göre dört Halife’ye işaret ediyor.
İznik çinileriyle süslenmiş mihrabın üzerindeki renkli camlardan giren güneş huzmelerini Mimar Sinan’ın, Şehper-i Cibril’e (Cebrail’in kanatlarına) benzettiği kaydedilmiş.
Mihrabın iki yanındaki pencerelerde çini madalyonlarda Fetih Suresi, caminin ana kubbesinde ise Nur Suresi yazılı. Camideki hat eserleri meşhur hattat Ahmet Karahisarî ve talebesi Hasan Çelebi’ye ait. Ana kapının üzerindeki kitabede caminin banisi Kanuni Sultan Süleyman’ın vasıfları, şeceresi, saltanatın devamı ve geçmişlerin ruhlarına dua ile mabedin yapılış tarihi ve yapılışındaki halis niyet güzel bir hatla yazılmış. Kubbenin etrafına ağızları iç kısma bakan içi boş küpler yerleştirilerek camiinin akustiği pürüzsüz hale getirilmiş.

Caminin açılış merasimi 21 Zilhicce 964 (15 Ekim 1557) tarihinde, bir cuma gününde yapılmış. TDV İslam Ansiklopedisi’nde okuduğum ve çok etkilendiğim için paylaşmak istediğim açılış, Mimar Sinan’ın ifadeleriyle şöyle olmuş:

“Anahtarını padişahın dest-i mübâreklerine verdim ve dua eyleyip el kavuşturup durdum. Padişah da odabaşına teveccüh ederek, ‘Cami açmaya kim elyaktır?’ dediklerinde o da, ‘Padişahım, ağa bendeniz bir pîr-i azîzdir, bu babda elyak ol emektar kulunuzdur’ deyince padişah, ‘Bu bina eylediğin beytullahı yine sen açmak evlâdır’ deyü dua ve senâ edip miftahı cânü dilden verince “Yâ Fettâh” deyip açtım.”

“Yâ Fettâh diye açılan ihtişamlı kapı, yüzyıllardır müminleri kubbesi altında toplanmaya,
Büyük Allah’ı anarken bir ağızdan herkes
Nice bin dalgalı Tekbîr oluyor tek bir ses”  
olmaya davet ediyor.

Ulu mâbed! Seni ancak bu sabah anlıyorum;
Ben de bir vârisin olmakla bugün mağrûrum;
Bir zaman hendeseden âbide zannettimdi;
Kubben altında bu cumhûra bakarken şimdi,
Senelerden beri rüyâda görüp özlediğim
Cedlerin mağfiret iklîmine girmiş gibiyim.
Dili bir, gönlü bir, îmânî bir insan yığını
Görüyor varlığının bir yere toplandığını;
Büyük Allah’ı anarken bir ağızdan herkes
Nice bin dalgalı Tekbîr oluyor tek bir ses

Bu metni kaleme alırken, Yahya Kemal’in şiirinin mısralarındaki tekbîrlerle Itrî’nin Segâh bestesindeki görkemli nağmeler zihnimde birleşti.

Allahu Ekber!
Allahu Ekber!
Lâ ilâhe illallahu vallahu ekber
Allahu ekber ve lillahi’l-hamd.

Tekbiri; namaz, tesbihat, kurban ve bir çok ibadetin rükunlarından bilip, çoğu defa âdeten yerine getirsek bile, Allah’ın azametini, mağfiretini, merhametini gönlümüzde hissettiğimiz her an irademizden bağımsız olarak ağzımızdan ve kalbimizden o sayha çıkar; “Allahu Ekber!”
İşte bu anlarda ağzımızdan çıkan her tekbir, bizi Rabbimize yakınlaştırır. O’nun büyüklüğünü her an hatırlamamıza imkan verir. Kâinatın sahibi olan ve bizi yaratılmışların en şereflisi olarak yaratan Allah’a  muhabbetimiz tazelenir. Kim bilir belki kendi hakikatimizi müşahade etmemize vesile olur. İnşallah…

Hayriye
Üniversite için geldiği İstanbul’da yaşaya kalan bir Sivaslı. Bir çift kirazın anneannesi. Hikaye anlatmayı, yazmayı, okumayı, gezmeyi sever.

    Beytullah’ın Huzurunda

    Önceki içerik

    Milenyumda Kurban Kesmek

    Sonraki içerik

    Yorumlar

    Yorum Yaz

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir