KOCAMUSTAPAŞA
Koca Mustapaşa! Ücra ve fakir İstanbul!
Ta fetihten beri mü’min, mütevekkil, yoksul,
Hüznü bir zevk edinenler yaşıyorlar burada,
Kaldım onlarla bütün gün bu güzel rü’yada.
Öyle sinmiş bu vatan semtine milliyetimiz
Ki biziz hem görülen, hem duyulan, yalnız biz.
Manevi çerçeve beş yüz senedir hep berrak;
Yaşıyanlar değil Allah’a gidenlerden uzak.
Bir bahar yağmuru yağmış da açılmış havayı
Hisseden kimse hakikat sanıyor hulyayı.
Ahiret öyle yakın seyredilen manzarada,
O kadar komşu ki dünyaya duvar yok arada,
Geçer insan bir adım atsa birinden birine,
Kavuşur karşıda kaybettiği bir sevdiğine.
Yahya Kemal Beyatlı’nın İstanbul’a hayranlığından ve aşkından bahseden güzelim şiirlerini okumuşsunuzdur. Kocamustafapaşa için kaleme aldığı bu şiirde de semtin ruhunu, yaşantısını, hayallerini ve mefkûresini bir ressamın ustaca çizdiği tablo gibi kelimeleriyle resmediyor. Bu semtte yaşayan insanların tevekkülü, imanı, Türk ve müslüman kimliği ile ifade edilen maneviyat yüklü hayatları semtin ruhuna ve suretine sinmiş. Öyle ki şair mısralarıyla bu ruhu ve sureti günümüze taşıyıp bize o hayata karşı erişilmez bir özlem uyandırıyor.
Kocamustafapaşa semtine adını veren camiye ve o maneviyatın kaynağı olan Sümbül Efendi dergâhına doğru yürüyelim mi?
İstanbul fethedildikten sonra şehirdeki Bizans kiliselerinin ve manastırlarının şenlendirildiğini, diğer bir deyişle Türk ve müslüman hale getirildiğini bilirsiniz. Bazı örneklerini burada yazmıştık. (Bkz: Zeyrek Camii, Arap Camii, Karaköy Yeraltı Camii)
Kocamustafapaşa Camisi’nin tarihine baktığımız zaman beşinci yüzyıla kadar gitmemiz gerekir. Bizans döneminde Kadınlar Manastırı olarak anılıyor. Mucizeler yarattığına inanıldığı için idam edilen bir Hristiyan azizinin kalıntılarının gömülü olduğu ve havari Andres’a ithaf edildiği kayıtlara geçmiş. Ancak İstanbul’un vandal Latinlerce işgali sırasında adamakıllı yakılıp yıkıldığı da yazıyor kayıtlarda.
Fetihten sonra kalıntıları bulunan bu kilise İkinci Bâyezıd’ın veziriâzamı Koca Mustafa Paşa tarafından 1489 yılında camiye çevrilmiş. Etrafına yapılan medrese, imaret, çeşme, hamam ve hankâhla külliye haline getirilip Müslüman kimliğine kavuşturulmuş.
Türk mimarî tarzına uygun yapılan merkezi kubbe, kuzey ve güney taraflarında iki yarım kubbeyle göz dolduruyor. Kullanılmayan batı kapısının yerine dışardan yükseltilen sekiz köşeli minare, içerideki ahşap minber ve mihrap, küçük kubbelerin altında uzanan son cemaat yeri, avludaki şadırvan, kuşların su içmesi için kondurulan beyaz mermerden kurna, asırlık serviler ve nihayetinde Sümbül Sinan Hazretleri’nin türbesi, Türk islam mimarisinin ve maneviyatının işareti olarak orada öylece durur. Yaygın kanaate göre Osmanlı’da mübarek gecelerde kandil uyandırma geleneği ilk kez bu camide başlamış ve ışıltılı bir sevinç kaynağı halinde günümüzde de devam etmekte.
Camiden çıkıp avluda etrafa baktığınız zaman Sümbül Sinan Hazretlerinin ve Çifte Sultanlar’ın türbelerini görürsünüz.
Çifte Sultanlar türbesinde Hazreti Hüseyin efendimizin evlatları Sakine ve Fatma Hanımlar medfûn olup türbenin sadece ismi bile kalpleri titretmeye yeterlidir. Kerbelâ faciasından sonra hayatta kalan aile fertleriyle beraber deniz yoluyla Mısır’a gönderilirken Bizanslıların saldırması üzerine İstanbul’a getirilmiş ve burada eski adıyla Kızlar Manastırına kapatılmışlar. Nesli pâk sultanlarımızın iffetlerini korumak için yüce Allah’a niyaz ettikleri ve sabahında ahirete göçtükleri görülmüş. Vefat ettikleri yerde Kızlar Manastırının avlusuna defnedilmişler.
Çifte Sultanlar’ın kabrini asırlar sonra Sümbül Sinan Hazretleri manen keşfedip tespit etmiş onların adına türbeleri inşa olmuş.
Peki kimdir Sümbül Sinan Hazretleri?
Halvetîye’nin Sümbülîye kolunun pîri Yusuf Sümbül Sinan Hazretleri Amasya Merzifon’ludur. İlim öğrenmek maksadıyla İstanbul’a gelmiş ve burada Halvetîyye’nin ana kollarından ve İstanbul’daki ilk büyük temsilcisi olan Cemâliyye’nin pîri Cemâl-i Halvetî’ye intisap edip seyri sülûka girmiş, Sümbül lakabını ona şeyhi Cemal-î Halvetî vermiş.
Cemâl-i Halvetî yazdığı eserlerle tasavvuf ve tarikat kültürünün tanınması yaygınlaşması için önemli katkılarda bulunan bir zattır. Kocamustafapaşa’daki zaviye ihya edildikten sonra İstanbul’da Halvetî ayini ilk kez burada icra olunmuş ve tarikatın İstanbul kolunu kurmuş. İstanbul’un en kıdemli âsitanesi kabul edilen dergâhın ilk postnişini olarak irşad vazifesine devam ederken padişahın dua isteği ile hacca gönderilmiş. Ancak Tebük yakınlarında Hakk’a yürümesi üzerine vasiyeti gereği hacıların geçtiği yol üzerine defnedilmiş.
Cemâl-i Halvetî Hazretleri kendisinden sonra postnişin olarak Sümbül Sinan Hazretleri’ni işaret edip, kızı Safiye Hatun’la evlenmesini vasiyet eylemiş.
Şeyhinin vasiyetine uyan Yusuf Sümbül Sinan Hazretleri 1494 yılından vefatına kadar sonraları kendi adıyla anılan Kocamustafapaşa Âsîtanesi’nde irşâd vazifesini sürdürmüş.
Kendi dervişlerini yetiştirmenin yanı sıra halkı aydınlatmak için Ayasofya ve Fatih camilerinde cuma vaazları vermiş, devrân icra etmiş, gönlündeki coşan ilahi füyuzâtı paylaşmış.
Üç padişah döneminde irşâd faaliyetini sürdüren Sümbül Efendi Hazretleri padişahlardan da saygı, hürmet ve muhabbet görmüş, sohbetiyle onların da gönlünü fethetmiş.
1592’de âlem-i cemâle göçen hazretin cenaze namazı Fatih Cami’sinde Kemalpaşazâde tarafından kıldırılıp dergâhın hazîresine sırlanmış.
İstanbul’daki tasavvuf merkezleri arasında ilk ihya oluşu sebebiyle merkez tekke olarak da anılan Sümbül Efendi Âsitânesi bir zamanlar meclis-i Meşâyih yani şeyhler meclisi olarak bilinirdi.
Geçmişte meşâyih olarak anılan belli bir derecedeki şeyhler belirli zamanlarda bu tekkede toplanır, istişâre eder, İstanbul tekkelerine dair konuları karara bağlarlardı. Osmanlı’nın son dönemlerine kadar bu devam etmişti.
Günümüzde uzun bir aradan sonra yeniden hayatiyet kazandırılan Sümbül Efendi Dergâhında geleneksel sanatlarımızla ilgili çalışmalar, pek çok alanda eğitimler, konferanslar, sosyal sorumluluk çalışmaları yapılmakta. Ebru, hüsn-i hat, tezhip, minyatür, katı’, musiki, lisan, İslami ilimler dersleri alanında yetkin hocalarla ilim ve sanat taliplerine hizmete devam etmekte.
Çifte Sultanlar’ın manevi varlığından sebep, Sümbül Sinan Tekkesi İstanbul’un Kerbelâ’sı kabul edilir. Fatih Câmi ve civarının Mekke-i Mükerreme, Eyüp Sultan Câmi etrafının da Medîne-i Münevvere olduğuna inanılır geçmişten bu yana.
Yahya Kemal’in Kocamustapaşa şiirinin son beyitlerinde bahsettiği hazin köksüzlüğün acısını gelecek nesillere aktarmak istemiyorsak yaşadığımız şehirdeki kıymetleri aramak, bilmek ve geleceğe taşımak tarihimize, köklerimize, medeniyetimize borcumuzdur. Bu idrâkle Kocamustafapaşa’ya Sümbül Efendi Camisi’ne yolumuzu rastgetirmek, avlusundaki servilerin gölgesinde Çifte Sultanlar’a ve Sümbül Sinan Hazretleri’ne Fatiha’mızla niyaz etmek, Sümbül Efendi Âsitanesinde kadim geleneğin izini sürmek de bu hükümdedir.
Kopmuşuz bizler o öz varlık olan manzaradan.
Bahseder gerçi duyanlar bir onulmaz yaradan;
Derler: İnsanda derin bir yaradır köksüzlük;
Budur âlemde hudutsuz ve hazîn öksüzlük.
Sızlatır bâzı saatler dayanılmaz bir acı,
Kökü toprakta kalıp kendi kesilmiş ağacı.
Rûh arar başka tesellî her esen rüzgârda.
Ne yazık! Doğmuyoruz şimdi o topraklarda!
Ecdadımızı tanımak ne güzel.