Gel ey rûh-ı revanım cismime gelsin yine cânım
Ten-i bî-câna döndüm bister-i hasretde ben sensiz
“Ey benden giden rûhum, gel ki, cismime cânım yine gelsin. Hasret döşeğinde sensizken cansız bir tene döndüm.”
Klasik edebiyatın sevgili karakteri, aşığa hiç yüz vermemesiyle meşhur olmuştur. Hoş, aşık gözü yaşlı gerektir. Aşkın alametleri vardır. Aşık kanlı gözyaşları döktüğünden ten rengi sararmış, “zerd” (Farsça sarı) olmuştur. Sevgili elif gibi iken aşık aşk derdini taşımaktan beli bükülmüş, iki büklüm, “dü-tâ” olmuştur. Aşık daima hasret çekmektedir. Aşkın bir alameti de canından geçmektir. İşte Sünbülzade Vehbi, kendi canlılık sebebini sevgilinin varlığına bağlayarak bir “hüsn-i tâlil” (güzel nedene bağlama) yapıyor, aynı zamanda sevgiliyi tenine anlam katan cana benzetiyor. Dıştan bakıldığında kısaca böyle özetlenecek olan bu beyte, biz elbette yorum katabiliriz. Ben de naçizane bu beyitle ilgili kendi gönlüme geleni paylaşayım. Aşık, beyitte sevgilisine hasret döşeğinde cansız bir ten gibi kalmasından dolayı sitem ediyor görünse de sevgiliye can vermek, sevgilinin hasretini çekmek aslında aşık için tatlıdır.
Nitekim Fuzuli hazret,
Cânı kim cânanı için sever cânanın sever
Cânı için kim ki cânânın sever cânın sever
“Kim sevgilisini kendi nefsi için seviyorsa nefsini seviyordur, kim ki kendi nefsini sevgilisi için seviyorsa gerçek aşıktır.” ya da
Yâ Rab kıl belâ-yı ışk ile âşina beni
Bir dem belâ-yı ışkdan etme cüdâ beni
“Ya Rabbi, beni aşk belasıyla aşina kıl, bir an bile aşk derdinden nefsimi ayırma” buyurmuşlardır.
Demek ki, aşık sevgiliye olan aşkıyla var olmuştur, vuslat ise aşkın son demidir vesselam.
Yorumlar