Kültürel

Tahta Kılıç

0

Ḥaḳ yolunda her kim ḳıldı ġazā
Raḥmet-i Ḥaḳ anlara virdi Ḫudā

Yönümü şaşırdım, yolumu da… Hangi yöne gideceğimi sorma çünkü kestiremiyorum. Bir tarafım Sarı Saltuk, bir tarafım Umay Ana, bir tarafım Gül Baba, bir tarafım adı sanı kırklara karışmış gönül sultanları. Yolların ve yönlerin arasında sıkıştım kaldım. Şark kanlı, garb azgın, şimal hırçın, cenup suskun. Ben mi? Ben, yönlerin ve yolların arasında gayba karışmışım.

Çığlıklar, kesik başlar, kan damlayan şah damarlar, biçilmiş taze çiçekler gibi bedenler, utangaç kadınlar, masum çocuklar, tüyü bitmemiş yetimler… Feryatların arasında yönümü nereye çevireceğimi şaşırmışım. Elimde tezgahtan yeni çıkmış, pirimin emanet ettiği tahta kılıç. Talaşını avucumun içi ile silip kabzasından öpüyorum ve alnıma koyuyorum.

Gideceğim yönü tayin edebilirsem şayet, atıma deh deyip dört nala koşacağım gidilmesi gereken ufuklara. Şafakta sileceğim mazlumun gözyaşını.  Kabzasından tuttuğum kılıca bakıyorum:

Neden tahtasın Ey Zülfikar demeye kalmadan dile geliyor tahta kılıç:

“Ben, rububiyet esrarının, Allah’ın Aslanı’na hediyesiyim. Dede Korkut’un ve Aslan Baba’nın emanetiyim, Horasan Evliyalarının yoldaşı, kainatın direği, barışın bayrağı, tarlaların bereketi, hayatın manası, ölümsüzlüğün kapısı, gençliğin sırrı, üç katlı alemin bağı. Hem yerin altından haberdarım hem yerin üstünden, Hz Ali’nin Zülfikarı’yım da ondan tahtadanım. Ne zaman çelik olup, kimin ensesinde patlayacağımı da iyi bilirim evelallah. Tasalanmayasın! Önce Allah’a sonra yüreğine ve bileğine güven yeter. Yalnız sakın unutmayasın ha! En büyük düşman, en gözü kanlı canavar senin içindedir. Önce onu alaşağı edeceksin ki ben çelik olayım.

Çünki destūr oldı şḭr-i Ḫudā
Evliyālar şāhı ʿAliyyü’l-Murtażā

Dede Korkut’a yıldızlı bir gecede, tutuşmuş gönüllerin ocağında anlattıydım bir toyda. Sana da anlatayım dilim döndüğünce;

İlmin kapısı Aliyyü’l-Murtaza, Allah yolunda bir gaza esnasında karşısına çıkan düşmanı alt ederek yere düşürmüştü. Hiddetli mübarek elleri sımsıkı tutuyordu kabzamdan. Düşmanın ensesinde şimşek gibi çakacaktım ki; o anda bir şey oldu. Erenlerin şahının mübarek yüzüne, söylemeye ar ederim, o düşman tükürüverdi.

Parmakları teker teker çözüldü ve avuçlarının arasından kayıp taze kan kokulu ceng meydanının toprağına düşüverdim. Zülfikar libasından sıyrılıp tahta kılıç oluverdim. Sanki savaş o an durdu, toz duman savruldu, sanki bir güneş gözlerimi kamaştırdı da  her şey süt liman oldu.

Az evvel düşman bellediğim adamla göz göze geldik. İkimizde şaşkındık. Adam benden hızlı davrandı;

“Ey Ali! Çektiğin haşmetli kılıcın Zülfikar’ı neden indirmedin boynuma? Neden merhamet ettin bana?” dedi.

Allah’ın Aslanı şöyle buyurdu;

“Ben kılıcımı Allah’ın  rızası için savururum, sen yüzüme tükürünce nefsim ummanlar gibi dalgalandı. Eğer o an kılıcımı indirseydim kendi nefsim için canını almış olmaktan korktum. Allah’ın Aslanı dediniz bana, nefsimin aslanı olmaktan Allah’a sığınırım.”

Bu teslimiyet ve aşk değilse nedir? Bu esrar, sır, ilm yahut hilm değilse nedir? Ey aşk dergahının kapısı Ali…

Yā Muḥammed didi çaġırdı ʿAlḭ
Zülfiḳārı ḥavle ḳıldı ol velḭ

Düşman dediğimin, işte o an, bu aşk deryası karşısında kalbindeki tüm gaflet buzları eriyip teslim oldu ve imana geldi, eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve rasûluhû, müslümanların safına bende oldu. 

Sakın unutmayasın ey yolcu,
Hilm kılıcı, çelikten daha keskindir. Bu canına yandığımın yalan dünyasında her varlığın bir son sözü vardır. Son sözü Allah olana bayram ola.

Vir ṣalavāt Muḥammede eṣ-ṣalāt

Rukiye Ersoy
Her şey hikayeyken bizde kendi hikayemizin peşine düşmüş bir yolcuyuz.

Yegâne Cömert

Önceki içerik

Benzemez Kimse Sana

Sonraki içerik

Yorumlar

Yorum Yaz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir