Hayatının sadece son on yılında resim yapmış; trajik hayatı ve de ölümü ile bir çok defa filmler konu olmuş meşhur ressam bin sekiz yüzlü yılların sonuna doğru eserlerinde kendine göre bir üslup geliştirmiş olsa da sağlığında tek bir eserini satabilmişti. Çok arkadaş canlısı olmasına rağmen etrafında onu dinleyen çok az kişi olmuştu. Belli ki bu yüzden tabloları aracılığı ile konuşmaya çalışmış ve anlaşılmayı bekleyen sekiz yüzden fazla eser bırakmıştı.
Van Gogh yirmi sekiz yaşında resme başlamış otuz yedi yaşında hayatını kaybetmişti. Ben sizlere eserlerini ve hayatını konu alan bir çok filmden biri olan Vincent’ten Sevgilerle (Loving Vincent) filminden bahsetmek istiyorum. Bu sayede biz de belki onun konuşmalarını duyabiliriz.
2017 yılında vizyona giren filmin izleyenlerin de bildiği gibi çok önemli bir özelliği var. Vincent’ten Sevgilerle filmi gerçek oyuncularla yapılan çekimlerden sonra filmde yer alan altmış beş bin karenin her biri için yüz yirmi beş profesyonel yağlı boya ressamı, yine Van Gogh’un yüz yirmi farklı tablosundan esinlenerek kareleri yeniden resmetti. Yağlı boya tekniği ile düzenlenen görüntüler bu tabloların içine yerleştirildi. Yani tabi caizse bu filmde oyuncuları değil hareket eden tabloları izleyecekti sanatseverler. Filmin her bir saniyesi için bir çok yağlı boya resim yapıldı ki bu da filmin yapım aşamasını çok uzattı. Bu yüzden bu film resim ve sinema sanatını bir araya getiren muhteşem bir film olarak kabul edildi. İşte bu muhteşem fikir ve filmin hikayesi benim dünyamda yeni açılımlar yaptı.
Yönetmenliğini Dorato Kobielo ve Hugh Welchman’ın yaptığı film, Van Gogh’un son kez resim yapmak için gittiği Fransa’da buğday tarlaları arasındaki hayatını ve ölümünü konu alıyor. Yaşadığı yerin en çok mektup yazan kişisi olan Van Gogh’un en sadık dostu olduğunu düşünen postacı; ressamın erkek kardeşi Theo’ya yolladığı son mektubu yerine ulaştırmak istiyor. Bulunduğu yerin belli ki en sorumluluk sahibi ve filmin belki de en metaforik kahramanı postacı mektubun ve aslında mesajın yerine ulaşmasını isterken filmi izleyenlere de bu vesile ile bir mesaj gönderiyor. Bu iş için hayata ayık olmayan ve pek ayık da gezmeyen kendi oğlu Armand Rolin’i görevlendirmek istiyor postacı. Bu yüzden mektubun yerine ulaşması için oğlunun da bir yolculuğa çıkmasında ısrarcı oluyor.
Filmde Postacı oğluna eğer bir mektup, bir mesaj varsa mutlaka onu bekleyenlerin de olabileceğini ve bu mesajı öğrenmek isteyeceklerini anlatıyordu. Belki de bu yolculukta postacı oğlunun da kendi hayatıyla ilgili bir mesajının olduğunu anlamasını istiyordu. Hatta ünlü Ressama gönülden selam gönderirken Van Gogh’un kalbinin ve ruhunun güzelliğini vurguluyordu. On aylık bebek Marsel’in selamını ressama iletmesini söylerken; çocukların ve hayvanların insanların kalbini bir görüşte anladığını, büyükler gibi vefasız olmadığını da vurguluyordu. Armand babasına postacı olmadığını belirtiyor, babasının onu hem postacı hem mesajını arayan kişi olarak yola çıkarmasına karşı gelemiyordu.
Sonunda Armand Vincent’in yaşadığı yere geldiğinde ressamın hayatını trajik bir şekilde kaybettiğini gördüğü gibi ressamla iletişimi olan herkesin ressam hakkında farklı farklı hikayelerinin olduğunu da fark ediyordu. Önceleri hepsine inanıyor olsa da sonra ressamı hem en çok seven hem de ona en çok hayran olan ve de kıskanan, hatta tedavi eden doktoruna inanmayı tercih edebilmişti.
Van Gogh’un yağmur altında, tarlada, hava nasıl olursa olsun resim yaptığını, Ressamın tablolarında yer alan boyacısı, hancının kızı, sandalcı, sazlıkları yenileyen ihtiyar, kasabanın jandarması ve doktorunun kızı anlatıyordu. Hatta Vincent’in duygusunu geçirebileceği her şeyi, herkesi resme kabul ettiğini duyuyordu. Başkalarına göre sıradan hayatlar, işçiler, yoksullar, çiftçiler, köylüler, ayçiçekleri, kırlar, tarlalar, boş iskemle, postacı, doktor, onu sevenler ve sevmeyenler, yıldızlı gökyüzü resimlerinde yer alıyordu.
Postacının oğlu Ressamın acılarla dolu hayatının yanında, küçücük mutlulukları unutmadan her şeyi sevdiğini ve her şeye değer verebildiğini görebiliyordu. Ressamı anlatmaya devam edenler hayatın hiçbir detayının küçük ve mütevazı olmadığını Ressamın kendisinden öğreniyorlardı. Sanatıyla insanlara dokunmak isterken, ne kadar hassas olduğunun da bilinmesini istiyordu.
Ama ünlü ressamın zor hayatı onu trajik bir sona getirmişti. Araştırmacı Armand; ressamın anlaşılmamak, yalnızlık, fakirlik, kardeşine olan manevi ve maddi borcu gibi sebeplerle psikolojisinin bozulduğunu bundan dolayı kendisini yaralayıp hayatının sona ermesine sebep olduğunu sonunda anlıyordu. Vincent’in mektubunu ressamın ölümüne dayanamayan kardeşi Theo’nun karısına göndermek için doktoruna veren postacının oğlu; doktorun kendisine Vincent’in yeni bir mektubunun kopyasını vermesiyle yeni bir yolculuğa başlıyordu. Bu sefer kendi hayatının mesajını anlamak için.
Ben de bu filmi seyrederken bir çok kişinin düşündüğü gibi bu tabloların içinde olabilmeyi hayal ettim. Her bir karenin bulunduğu çerçeveden başka bir dünyaya açılan bir dünyayı, bir mesajı, bir anlamı öğrenmek için. Size aslında sır olmaktan çıkmış bir sır vereyim. Hepimiz her an böyle bir tablonun içinde sonsuz var edicimiz tarafından mükemmel var edilip bir sonraki tablo ve kare için yeniden çok benzer ama yoktan yaratılıyoruz. Bu muhteşem yeniden yaratılışlar, bizim de Yaratıcımızın tablolarındaki an be an mükemmel mesajlarla dolu fırça darbeleri olduğumuzu gösteriyor.
Belli ki O’nun bir parçası değil eseri, mesajı, mektubuyuz.
Gerçek sanatçının sonsuz rahmetini, güzelliğini gösteren eserleriyiz.
Gerçek Sanatçı tablolarıyla ve mesajını taşıyanlarla konuşur. Hem O’nu tanıyabilir, hem sonsuz mesajlarını alabilir, hem niyetimizi ve duamızı bu doğrultuda tutabilirsek her fırça darbesinde mesajını da taşıyabiliriz.
Yorumlar