Kültürel

Yıldız Hamidiye Camii

0

Uzun ve sıcak geçen yazın sonunda okullar açıldı, yıllık izinler bir sonraki tatile kadar askıya alındı ve şehirlerde hayat adeta yeniden başladı. Tertemiz bir pencerede yeni yıkanmış bir tülün uçuşması gibi ferah bir nefes üflendi gönüllere. Bitmeyen işlerin ve sorumlulukların arasında yaşadığımız şehrin tarihî camilerinde kılınacak bir vakit namazı, avlusunda verilecek kısa bir mola bu ferah nefesin etkisini artıracak, ruhumuza iyi gelecek, bizi dünyanın bitmeyen gâilesinden uzaklaştıracaktır.

O zaman günlük koşturmalara usulca ara verip İstanbul’un son selâtin camisi olan Yıldız Hamidiye Camii’ne doğru yola çıkalım mı?

Bânisi Sultan II. Abdülhamid’den dolayı Hamidiye Camii olarak kayıtlı olsa da Yıldız Camii olarak tanınan bu ihtişamlı yapı İstanbul’un son selâtin camisidir. Selâtin cami bilindiği üzere Osmanlı sultanlarının kendi adlarına yaptırdığı camilere denir.

Sultan II. Abdülhamid 1876’da tahta çıktıktan kısa bir süre sonra Yıldız Sarayı’na yerleşir. Dönemin şartları gereği saraydan fazla uzaklaşmak istemez ve cuma selamlığı merasimleri için yakınlarda bir cami yapılmasını arzu eder.

İslam devletlerinde adına sikke bastırmak ve hutbe okutmak hükümdarlığın alametlerindendir. Hutbe cuma namazında hükümdar adına okunur ve hükümdar da maiyetiyle beraber camiye gidip cuma namazını kılar. Devrin padişahı Ayasofya, Süleymaniye, Eyüp Sultan gibi selâtin camilerinde incelikli kurallara bağlı gösterişli törenlerle cuma namazına gider. Bu merasim sultanla tebaasını yaklaştıran önemli bir hadise, padişahlığın ve halifeliğin alameti kabul edilir.  Başta Şeyhülislam olmak üzere medrese hocaları, çeşitli tarikat ve dergahlara mensup zatlar, ordu komutanları, paşalar, vezirler Sultan’la beraber bu merasime katılır, namazın ardından askeri birlikler resmî geçit yaparlar. Bu şaşalı törenleri yabancı ülkelerin temsilcileri ve ahali de ilgiyle seyreder.

II. Abdülhamid de Yıldız Hamidiye Camii’ni yaptırana kadar cuma namazını şehrin diğer büyük camilerinde kılmış, Hamidiye Camii’nin inşasından sonra da cuma selâmlığı merasimlerini burada yerine getirmiştir.

Cuma selamlığı esnasında caminin etrafında askerler sıralanır, Ertuğrul ve  Mızraklı Alayları denilen atlı birlikler, piyade askerler ve seyircilerden oluşan kalabalık Beşiktaş’a inen yokuşun sağındaki meydanı doldururdu.

Bu seremoniye mekan olan Hamidiye Camii 1881-1885 yılları arasında Yıldız Sarayı’nın giriş kapısı önüne inşa edilmiş. Caminin mimarının dönemin ünlü ismi Sarkis Balyan olduğu biliniyor. Ancak gerçekte Nikolaki Kalfa adıyla bilinen Nikolaidis Jelpuylo adlı bir Rum mimar tarafından tasarlandığı kayıtlarda geçmekte. Oryantalist ve neo-gotik üslupta yapılan eser sarayı andıran süslemeleri, mihraptan uzak konumlandırılan yüksek kubbesi ve ince yivli tek minaresiyle dikkat çekiyor. Kubbede bulunan on altı pencere camiye aydınlık ve ferahlık veriyor.

Mihrabın tavanına ve kubbe içine lacivert zemin üzerinde yıldızlar işlenmiş. Kubbe göbeğinde besmele ve Necm suresinin ilk üç ayeti, kuşakta ise Mülk suresi kûfî tarzında Ebüzziya Tevfik tarafından yazılmış.

Dört yüksek sütun üzerine konuşlandırılmış kubbede, lacivert zemin üzerindeki yıldızlar adeta gökyüzünü hatırlatıyor. Necm suresinin ilk ayetinin meâlinde buyurulan yemin ise inmekte olan yıldız üzerine veriliyor.

“İnmekte olan yıldıza yemin olsun ki, Arkadaşınız Muhammed, doğru yoldan sapmadı, bâtıla da inanmadı. O asla kendi arzu ve hevesine göre konuşmaz.”

Ayetlerin devamında ise Peygamber Efendimiz’in (sas) kendi içlerinden biri, arkadaşları olduğunu hatırlatarak müşriklerin iddialarının aksine onun doğru yoldan sapmadığını, vahiy ve tevhidi temsil ettiği ifade edilmekte.

Yıldız Sarayı’ndan ismini alan Yıldız Hamidiye Cami’nin içine giren herkes o gökyüzüne benzeyen yüksek  kubbenin altında tıpkı yıldızlı bir gecede uzayın sonsuzluğunu hisseder gibi Kainatın Yaratıcısını idrak edecektir.

Selatin camilerde padişahın özel alanı kabul edilen hünkar mahfilleri bulunur. Bu bölümler caminin diğer kısımlarından bir şekilde ayrı, daha korunaklı ve oldukça süslü inşa edilir. Yıldız Camisinin hünkâr mahfilinin altın varaklı süslemelerle bezeli ve kafesli bir pencereden harime bakan ikinci katı II. Abdülhamid için özel olarak hazırlanmış. Mahfilin ahşap kafesleri ise bizzat Sultan Abdülhamid’in elinin eseri. Ahşap işçiliğini seven ve sarayda özel bir marangozhanesi bulunan padişah sedir ağacından oyma kafesleri kendisi yapmış.

Yıldız Camii avlusunda 1890 yılında inşa edilen saat kulesi camiyle bütünlük içinde. Caminin taç kapısının ortasında bulunan nişin üstünde Sultan II. Abdülhamid’in tuğrası ve yeşil zemin üzerine sarı renkli ayet kitabesi bulunuyor.

1885 yılı Eylül ayı sonunda ibadete açılan cami, II. Abdülhamid’in saltanatı süresince gösterişli cuma selâmlıklarına ve padişaha yapılmak istenen hain bir suikaste de şahitlik etmiş.

21 Temmuz 1905’te Ermeni komitacıların II. Abdülhamid’in hayatına kastederek patlattıkları bomba yirmi altı kişinin ölümüne, elli sekiz kişinin yaralanmasına sebep olmuş. Padişah’ın cami çıkışında ayaküstü Şeyhülislâm Hâlidefendizâde Cemâleddin Efendi ile sohbet etmesi suikasti boşa çıkarmış.

Son derece iç açıcı ve gösterişli bir güzelliğe sahip olan bu son selâtin camiyi mevsimin başlangıcında ziyaret edip, bundan böyle bulunduğumuz şehrin nadide eserlerini fark etmeye, önünden geçip gittiğimiz ecdat yadigârı mabedlerin kıymetini bilmeye niyet edebiliriz.

Fotoğraflar için Canhan Taşdemir’e de teşekkürlerle.

Hayriye
Üniversite için geldiği İstanbul’da yaşaya kalan bir Sivaslı. Bir çift kirazın anneannesi. Hikaye anlatmayı, yazmayı, okumayı, gezmeyi sever.

    Üniversiteye Merhaba!

    Önceki içerik

    İyi Giyinmek Hakkında

    Sonraki içerik

    Yorumlar

    Yorum Yaz

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir