Âb-ı Hayat

Yokluk Talebi

4

Kendi varlığını bilinmezlik toprağına göm yani namsız nişansız ol! Zira toprağa gömülmeyen tohum büyüse de faydalı olmaz.(Hikem-i Ataiyye, 11. Hikmet)

Allah vardı ve O’nunla birlikte hiçbir şey yok idi.1 hadis-i şerifi -bir rivayete göre- Hz. Ali’den sorulduğunda kendileri “El-ân öyledir.” buyurmuş. Atâullah el-İskenderî Hazretleri de “O halde varlığını yok et ve onu bilinmezlik toprağına göm.” diyor. Demek ki toprakta tamamen çürüyüp, ifna olduktan sonra onu delip çıkan tohum gibi, Hakk’ta varlık bulan insan da bambaşka bir âleme doğuyor. Bu hikemette bilinmezlik, toprak gibi mütevazî olmaya benzetilmiş. Toprak hem o kadar iş yapar, hizmet eder, mahsulât verir, hem de nâmsızdır, hiç varlığı yokluğu belli değildir.

Yokluk mertebesi elbette özel bir ihtisas ister. Şeriatın gereklerini yapmaya gayret ettikten sonra daha ne yapabilirim düşüncesinde olan, Allah’a vasıl olmak gibi derdi olanlar içindir bu ihtisas. Zaten Hikem-i Atâiyye de Mesnevî de bu şekilde derdi olan insanlar için konuşmuş, taliplerine bu yolu göstermiştir.

Gerçek varlığa ulaşmak için, yani var zannettiğimiz yokluktan kurtulmak için çıktığımız yolculuğa “yokluk talebi” diyebiliriz. Öyle ya dün hiç olmayan, bugün varlığı tartışılan, yarın yine yok olacak olan bir şeye ne kadar var diyebiliriz; gerçekmişçesine nereye kadar sarılıp devam edebiliriz?

Bu talebe uygun şekilde yaşamak; var zannettiklerimiz elimizden kayıp gitmeden verebilmekten ve zikirden geçer. Şân, kendi varlığımıza dair her türlü nişân… Neyi verebiliyorsak onu veririz. Allah kalplerimize bunun ölçüsünü koymuştur. O’nun izni ile ve imandan gelen doğru hislerle bunu başarabiliriz. Böylece insan aslına ait olanın haricindeki her şeyi vere vere o yokluğa yaklaşır.

Peki vermez de sahiplenirsek ne olur? Bu sahiplenme Allah’ı unutmuş olabileceğimizi gösterir. Bize lazım olan şey; hayrın, şerrin, doğrunun, yanlışın ne olduğunu bilmek, muhasebe edebilmektir. Bu muhasebeyi, muhâkemeyi yapamazsak, kendimize neyin lazım olduğunu unutursak halimiz nice olur bir düşünelim.

Sakın o kimseler gibi olmayın ki onlar Allah’ı unuttu. Allah da onlara kendi nefislerini unutturdu.(Haşr, 59/19)

Vermekten başka bir de zikir  gerektir, demiştik. Ayet-i kerimede de “Ey iman edenler Allah’ı çokça zikredin.”(Ahzab, 33-41) buyrulur. Biz zikri sevabımızı arttırmak için tesbih çekmek gibi anlar olmuşuz ama Hz. Mevlânâ buyuruyor ki “Fikrinde durgunluk varsa zikirle onu gider.” Buradan anlıyoruz ki zikir, kendimizi unutmamak ve Allah’la yaşamak için bize bahşedilmiş bir lütuftur.  Kur’ân’da namaz için zikir denir. Rûhu’l-Beyân’da zikir “Allah’ı hiç unutmamak” şeklinde tanımlanır. İmam Nevevî Hazretleri “Allah’ı unutmadan yaptığın her şey zikir hükmündedir.” der. Sufi müfessirler ise “O kadar çok zikret ki, sende o zikre yaraşır ve görenlere zikri hatırlatır bir hâl görünsün.” derler.

Mevzûyu Fîhî mâ Fîh’ten bir alıntıyla tamamlayalım:

“Hz. Pir (Mevlânâ) buyurdular: Söz’ün faydası seni aramaya teşvik etmesidir. Yoksa aranan şey sözle edinilmez. Söz senin uzaktan kımıldadığını gördüğün bir şey gibidir, sen onu görmek için peşinden koşarsın. İnsanın sözü de gizli vechesiyle aynen böyledir. Gerçekte sen kendisini görmemene rağmen, o seni mânâyı aramaya teşvik eder. Biri dedi ki “Onca ilim tahsil ettim mânâları anladım ama o asıl olan mânâyı hiç anlamadım, ona bir yol da bulamadım.”

Hz. Pir: Eğer o mânâ sırf kelimelerle anlaşılabilseydi onca mücahedeye, kendini harap etmene gerek kalmazdı. İnsanda kalıcı olan o şeyi bulabilmen için öyle bir gayret sarf etmelisin ki sonunda sen artık sen olmaktan çıkasın.”

  1. Buhari, Bed’u’l-halk, 1.

Buddha’mı gol değil!

Önceki içerik

Sadeliğin İçindeki Zarâfet

Sonraki içerik

4 Yorum

  1. Ne kadar güzel bahsetmişsiniz emeğinize sağlık, gönlümüze çokça tesir eden bir konuya değinmişsiniz teşekkürler 💐

    1. Estağfurullah🌹

  2. Aramaya sevkeden çok hikmetli sözler olmuş maşallah 💐 Rabbim cümlemizi hakikati bulanlardan eylesin inşallah 🤲🏻

    1. Amin🌹

Yorum Yaz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir